http://www.fatih-alparslan34.tr.gg

HZ.MUHAMMED SAV VE TÜRK'LER





HZ.MUHAMMED SAV HADİSLERİ  VE TÜRK'LER   


https://www.turkishnews.com/tr/content/2011/10/16/kuran-turkler-hakkinda-ne-diyor/


http://www.siyerinebi.com/tr/tuba-karakas/istanbulun-fethi-hadisi


https://www.yeniakit.com.tr/haber/peygamberimizin-turklerle-ilgili-bir-hadisi-var-mi-58558.html

http://www.talhaturhal.com/turkler-hakkindaki-diger-ayet-ve-hadis-derlemeleri.html



https://www.turkishnews.com/tr/content/2013/05/06/hz-peygamberin-turk-hakanina-yazdigi-mektup-nerede/


http://gercektarihimiz.blogcu.com/turkler-hakkinda-peygamber-efendimizin-soyledigi-hadis-i-serifle/5339628

http://wowturkey.com/forum/viewtopic.php?t=99021





KURAN-I KERİM VE TÜRK'LER

https://www.turkishnews.com/tr/content/2011/10/16/kuran-turkler-hakkinda-ne-diyor/

Türk ve Türklük düşmanları her ne kadar bazı tenkitler yönelterek kabul etmeye yanaşmasalar da Hz.
Peygamber’in hadislerinde Türklerden bahsedilmektedir. Hatta Hz. Peygamber Türkler hakkında son
derece iyi şeyler söylemenin yanında, Arapları Türkler konusunda bilhassa uyarma gereği duymaktadır.
Muhtelif kitaplarda Hz. Peygamber’in sefer sırasında Türk yapımı bir zırh giydiğinden ve “Kubbet’it Türk” ismi verilen bir Türk çadırı kullandığından bahsedilmektedir. Hatta meşhur Hendek Savaşı sırasında Hz. Peygamber, ordusunu bu çadırdan sevk ve idare etmiştir. Yine rivayete göre; Hz. Peygamber’in yakın çevresinde az sayıda da olsa Türkler bulunuyordu. Öyle ki; İslam’ın ilk kadın şehidi Sümeyye’nin de bir Türk kızı olduğu ve asıl adının Pamuk olduğu söylenmektedir(1).

İşte bütün bunlar, bize, Hz. Peygamber’in Türklerle karşılaştığını ve Türkler hakkında az çok bir fikir sahibi olduğunu, dolayısıyla Türkler hakkındaki hadislerin de sahih olduğunu düşündürmektedir. Hatta bu hadislerin pek çoğu,  hadis bilginleri tarafından “Güvenilir Kaynak” kabul edilen “Buhari”, “Tirmizi” ve “Ebu Davud” gibi  hadis kitaplarında bile geçmektedir.

Hz. Peygamber’in Türkler hakkındaki hadislerinden en ünlüsü ve bilineni şudur: “İstanbul elbette feth olunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onu fetheden ordu ne güzel ordudur”. Şimdi bir taraftan, Hz. Peygamber’in övgüsüne mazhar olmak için Arapların ilk devirlerden beri muhtelif kereler İstanbul’u fethetmek için çeşitli seferler düzenlediklerini ve ashaptan Ebu Eyyup El-Ensari (Eyüp Sultan) hazretlerinin bu seferlerden birisine katılarak İstanbul’a geldiğini ve orada öldüğünü söyleyeceksiniz, bir taraftan da Türkleri işaret ettiği gerekçesiyle yukarıdaki hadise “uydurmadır”diyeceksiniz. Doğrusu bu durum, tam bir ikiyüzlülüktür.

Hz. Peygamber’in Türklerle ilgili hadislerinden bazıları ise şöyledir: “Türkler size ilişmedikçe sizler de Türklere ilişmeyin”, “Türk dilini öğreniniz, çünkü Türklerin çok uzun sürecek bir hakimiyetleri vardır”, “Ulu ve Aziz Allah diyor ki; Benim Türk ismini verdiğim ve maşrıkta iskân ettiğim bir takım askerlerim vardır ki herhangi bir kavme karşı gazaba gelecek olursam o Türk askerlerimi işte o kavmin üstüne saldırtırım”  Hz. Peygamber’in Türklerle ilgili hadislerinden bir kısmının sadece, Araplara Türkçe öğretmek maksadıyla “Divan-ı Lügat-it-Türk” ismiyle sözlük hazırlayan Kaşgarlı Mahmud, bir kısmının da sadece Türklerin faziletleri üzerine eser kaleme alan İbn-i Cahz gibi Arap kaynaklarında bulunuyor olması bile benim bu hadislerin sahihliği konusundaki düşüncemi değiştirmeye yetmemektedir.

 

Kur’an Türkler Hakkında Ne Diyor?

Türk ve Türklük düşmanları her ne kadar karşı çıksalar da güneş balçıkla sıvanmaz hesabı Hz. Peygamber’in Türkler hakkındaki hadisleri kaynaklarda bir güneş gibi parlamaktadır. Peki, acaba Kur’an Türkler hakkında ne diyor? Daha doğrusu Kur’an Türkler hakkında bir şey diyor mu? Türk ve Türklük düşmanlarına sorarsanız Kur’an Türkler hakkında hiç bir şey demiyor. Eğer bu Türk düşmanlarının dediklerini doğru kabul edersek karşımıza çıkan sonuç şu oluyor:

Kur’an, sadece İsrailoğulları ve Araplar için indirilen bir kitaptır, İslamiyet de İsrailoğulları ile Arapların ulusal dinidir! Diğer milletler ise İsrailoğulları’nın ve Arapların kölesi ve cariyesi hükmündedirler! Çünkü Kur’an’da en çok adı geçen kavim Beni İsrail, yani İsrailoğulları’dır. İsrailoğulları’nın 1/6’sı kadar da Arapların adı zikredilmektedir Kur’an’da. Ayetlerde geçen kavim isimlerine bakarsanız durum böyledir. Böyle bir yaklaşımın, muharref Tevrat’ın öngördüğü bir yaklaşım olduğu ortadadır.

Ancak asıl gerçek elbette böyle değildir. Açıkça zikredilmese bile Kur’an’da pek çok kavme, bu arada Türklere de işaret eden ayetler bulunmaktadır ki; Türklere işaret eden ayetlerin başında Mâide Suresi’nin 54. ayeti gelmektedir. Söz konusu ayetin meâli şöyledir:

“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, (bilin ki) Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Onlar mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar. Allah yolunda cihad ederler. (Bu yolda) hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. İşte bu, Allah’ın bir lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.”(3).

Şimdi yukarıdaki mealinden hareketle, bu ayetin nasıl oluyor da Türklere işaret ettiğine bir bakalım:

İlk başta ifade edelim ki; Türklerin uzun asırlar boyunca İslam’a yapmış oldukları hizmetlere, özellikle de Haclı Seferlerine karşı duruşlarına, mukaddes İslam beldelerine yapmış oldukları hizmetlere ve bilhassa uzun asırlar boyunca bu beldeleri korumalarına, İslam sancağını uzak diyarlara kadar taşımalarına bakarak, birçok İslam Bilgini, ayette geçen kavmin ancak Türkler olabileceğini kabul ve ikrar etmişlerdir. Bunlara göre; Araplardan sonra İslam’ın temsilciliği Türklere geçmiş ve Türkler bu görevi uzun yıllar hakkıyla yerine getirmişlerdir. Dolayısıyla Mâide Suresi’nin 54. ayeti, hiçbir kuşkuya yer vermeyecek biçimde Türkleri işaret etmektedir.

Bu türlü düşünenlerin başında Kürt kökenli iki Türk âlimi gelmektedir ki; bunlardan birisi Vâni Mehmet Efendi, diğeri de Bediüzzaman Said-i Nursi’dir. Kendisi de Nur Cemaati mensubu olan Prof. Dr. Zekeriya Kitapçı bunları uzun uzun anlatır kitaplarında. Elmalılı M. Hamdi Yazır, Celal Yıldırım ve Ömer Nasuhi Bilmen gibi bazı Türk İslam âlimlerinin de aynı görüşte olduğu ifade edilmektedir.

Pakistanlı ilim adamı Mevlâna Şeyh Muhammed “İslâm’ın Yayılış Tarihi” isimli eserinin III. cildinin 935 ve 936. sayfalarında konu ile ilgili görüşlerini açıklarken; “Türkler siyaset sahasında ortaya çıktıkları zaman İslâm âleminin vaziyeti hiç de memnuniyet verici değildi. …İşte Hak Tealânın kendi dinini korumak için, kuvvetli bir unsur ortaya çıkarmasına şiddetle ihtiyaç görünüyordu. İslâm’ın bu siyaseti ve idare zayıflığını bertaraf eylemek hususunda, Müslüman himmet sahipleri gerekliydi. Tam bu sırada Cenab-ı Hak Teâlâ kudretini gösterdi, Selçukiler ortaya çıktılar…“der ve uzun uzun Türklerin İslâm’a yapmış olduğu fedâkârâne hizmetlerden bahseder.

İtiraf etmek gerekirse ben de yukarıdaki İslam bilginleri gibi düşünüyor ve Mâide Suresi’nin 54. ayetinde bahsedilen kavmin Türkler olduğuna inanıyorum. Benim hareket noktam özellikle ayette geçen “Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, (bilin ki) Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki…” cümlesidir. Çünkü bu cümle direk olarak dinden dönenleri, yani irtidat edip (İslam’dan çıkıp) mürted durumuna düşenleri (başka bir dine, çoğu kere de eski dinlerine dönenleri)muhatap almaktadır(3). Aşağıda üç numaralı dipnotta ilahiyatçı Prof. Dr. Bekir Topaloğlu tarafından verilen bilgilerden da anlaşılacağı üzere, irtidat olayları, Hz. Peygamber’in vefatıyla birlikte başlamış ve kısa sürede kuvvet kullanılarak sona erdirilmiştir. İlk halife Hz. Ebu Bekir, daha çok bu tür olayları bastırmak için uğraşmıştır.

İşte bu durumda Mâide Suresi’nin 54. ayetinin ne zaman nazil olduğu büyük önem kazanmaktadır. Yukarıda dedik ki; bahse konu ayet direk olarak mürtetleri muhatap almaktadır. Bu olaylar, 620’li yılların sonu ile 630’lu yılların hemen başında meydana geldiğine göre ayetin iniş tarihi büyük önem kazanmaktadır.

Muhammed Hamdi Yazır; “Mâide Suresi’nin, Medine döneminin sonlarında, Hudeybiya Anlaşması’nın imzalandığı yılı (628) takip eden yıldan itibaren indirilmeye başlandığını, bir kısmının Mekke’nin fethi senesi(630) bir kısmının da Veda Haccı sırasında(632)  indirildiğini” söylemektedir. Ayrıca M.Hamdi Yazır, “-Mâide Suresi’nin tamamı Veda Haccı için yapılan yolculuk sırasında indirilmiştir- diyenlerin de bulunduğunu” zikretmektedir(4).

Demek oluyor ki; Mâide Suresi, 628-632 yılları arasında, yani İrtidat olaylarının görülmeye başladığı dönemde nazil olmuş, bununla mücadele edilmeye başlandığı yılların hemen arifesinde inme işlemi tamamlanmıştır. O halde şimdi ikinci bir tarihi daha bilmemize ihtiyaç vardır. O tarih Türklerin İslamiyet’le tanışma, yani İslam’ı kabul ediş tarihidir. İslam tarihçileri Hz. Peygamber döneminden beri, sayıları az da olsa Medine ve diğer İslam topraklarında Müslüman Türkler bulunduğunu haber vermektedir. Ancak Türklerin İslamiyet’le kitle halinde tanışmaları 642 yılında Arap İslam Devleti ile Fars kökenli Sasani Devleti arasında yapılan Nihavent Savaşı ile başlar. Zira o tarihlerde Türklerin meskûn bulunduğu Türkistan topraklarının büyük bölümünün yönetimini elinde bulunduran Sasani ordusunda çok sayıda Türk kökenli asker bulunuyordu. İşte 642 yılında cereyan eden Nihavent Savaşı ile hem Türkler İslamiyet’le tanışmış, hem de Araplar Türkleri ve bilhassa onların üstün savaş yeteneklerini yakından tanıma imkânı bulmuşlardır.

Zaten Nihavent Savaşı’ndan sonra Sasani Devleti gittikçe zayıflayıp yıkılmaya, Arap İslam orduları ise Türklerin de meskûn olduğu İran içlerine ve Türkistan’a doğru ilerlemeye başladılar. Emeviler zamanında Arap ordu kumandanları özellikle Türklerden toplu esir alarak bunları İslam Devleti’nin egemen olduğu coğrafyalara göndermeye başladılar. Yaklaşık 90 yıl süren Emevi saltanatından sonra kurulan Abbasi Hanedanlığı sırasında ise, Türkistan’daki Türkleri esir alıp topluca, başta Irak olmak üzere Arap İslam Devleti’nin merkezine yakın bölgelere gönderme siyasasına daha da ağırlık verildi. Ancak bu tersine bir etki yarattı ve İslam Devleti topraklarına gelen Türkler, kısa zamanda İslam Orduları’nın vurucu gücü haline geldiler, kısa süre sonra da İslam Ordularının yönetimini büsbütün ele geçirdiler. Arkasından da İslam Devleti’nin fiili idaresini ele aldılar.

Öte yandan bizim kanaatimize göre; Mâide Suresi’nin 54. ayeti kerimesi, dar anlamda Asr-ı Saadet’in son yıllarında başlayıp ilk halife Ebû Bekir döneminde sona eren irtidat olaylarına karışan mürtetleri hedef almakla birlikte, geniş anlamda Emevi ve Abbasi dönemlerini, özellikle Emevi dönemini de hedef almaktadır. Zira Emeviler, az çok ashabın ortak kararıyla seçilen halifeler dönemine son vermiş ve İslam’a aykırı olarak saltanat dönemini başlatmışlardır. Sıffin Savaşı’ndan başlamak üzere Hz. Peygamber’in soyuna, yani Ehl-i Beyt’e karşı giriştikleri açık düşmanlık da cabasıdır. Ayrıca Emeviler, İslam’a açıkça aykırı biçimde tamamen ırkçı bir yönetim anlayışı ile hüküm sürmüşlerdir. İşte Türkler, tam bu dönemde Müslüman olmuşlar, Emevilerin son dönemlerinde girmeye başladıkları İslam Ordusu’nu, Abbasiler döneminde büsbütün ele geçirmişler ve İslam’ın korucuyu gücü  olmuşlardır.

Dolayısıyla biz, tıpkı birçok İslam Âlimi gibi Mâide Suresi’nin 54. ayeti kerimesinde bahsedilen ve övülen kavmin kesinlikle Türkler olduğuna inanıyoruz. Elbette en doğrusunu yine de bahse konu ayetin gerçek sahibi Allah bilir.

Son söz olarak ilave edelim ki; bugün Türk olmaktan utananlar, Türk olduğunu söylemeye çekinerek kendisine bazı alt kimlikler bulmaya çalışanlar, bunun için Anayasa’dan Türk kavramını çıkarma manevraları yapanlar ve özellikle de Kürt kökenli vatandaşlarımız iyi bilsinler ki; Türklük onların sandıkları gibi utanılacak bir şey değildir. Tersine gurur duyulacak bir şeydir. Çünkü Türkler bizzat Allah tarafından tebcil edilen bir millettir. Bunu sadece bizim gibi sıradan insanlar değil, bizzat Mehmet Vâni Efendi ve Said-i Nursî gibi Kürt kökenli büyük Türk âlimleri de söylemektedirler.

16 Ekim 2011

Ömer Sağlam

____________
1-Çankırı yöresinde yıkanıp liflerine ayrılarak (didilerek) iplik yapılmaya hazır hale getirilmiş tiftiğe “Sümek” adı verilmektedir. Şahsen Sümek ile Sümeyye arasında bir ilişki olduğunu düşünüyorum.

2- Ayetin meâli, DİB internet sitesindeki Kur’an-ı Kerim Meali’nden alınmıştır,

3-Türkiye’de günümüz İslam âlimlerinin önde gelenlerinden birisi olan Prof. Dr. Bekir Topaloğlu’nun konuya ilişkin görüşü şöyledir: “Îrtidat, geriye dönüş demektir. Genelde bir kişinin sahip olduğu dînî terk etmesine irtidat denilmiştir. Bu kişi ister başka bir dînî, ister mutlak manada inançsızlığı benimsemiş olsun. Ancak İslam literatüründe Allah Teala’nın son dînî olan ve bütün ilahî dinleri kucaklayan İslamiyeti benimsemişken terk eden, ondan çıkan kişinin bu fiiline ‘irtidat’ ve o kişiye ‘mürted’ denilmiştir… İslam tarihinde, Asr-ı Saadetin son dönemleri hariç, topluca veya önemsenecek mahiyette irtidat hareketleri olmamıştır… Asr-ı Saadet’in son döneminde göze çarpan dinî hareketlere gelince, bunlar her ne kadar irtidat (ridde) olarak adlandırılmışsa da, aslında İslamlaşma mücadeleleri mahiyetindedir. Çünkü on yıl gibi kısa bir Medine döneminde bütün Arabistan yarımadasının İslamlaşması çok önemli bir sosyolojik olaydır. Bu büyük hareket içinde İslamiyeti zahiren benimseyenler olduğu gibi Müseylime gibi nübüvveti bir saltanat makamı olarak görenler ve kendilerine de bu saltanattan pay ayırmak isteyenler de olmuştur. Bu mücadele o dönemde bitmiştir…”(bkz. http://www.altinoluk.com/dergi/index.php?sayfa=yillar&MakaleNo=d052s010m1),

 

4-M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c,3, s, 75, Çelik-Şura Yayınları, 1993, İstanbul.






 

 

 

 

 

 

 

" لَتُـفْتَحَنَّ  الْقُسْطَنْطِينِيَّةُ فَـلَنِعْمَ  الْأَمِيرُ  أَمِيرُهَا،  وَ لَنِعْمَ الْجَيْشُ  ذَلِكَ  الْجَيْشُ" 

“İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, o ordu ne güzel ordudur.”[1]

***

Hz. Peygamber (s.a.s)’in vefatından sonra, İslam toprakları fetih hareketleriyle oldukça genişlemiştir. Emevilerle başlayan İstanbul muhasaraları ise 1453’te Fatih’in İstanbul’u fethine kadar sonuçlanamamıştır. İstanbul, coğrafi konumunun özelliği dolayısıyla tarih boyunca siyasi, askeri ve ticari açıdan hep önem taşımıştır. Yani İstanbul, hep bir cazibe merkezi olagelmiştir. İşte İstanbul’un bu özelliğinden dolayı, Müslümanlar bu şehre sahip olabilmek için birçok kez kuşatmalar yapmışlardır. Ancak sahabeden itibaren 8 asır sürecek olan İstanbul’un fethi macerasının, ciddi bir motivasyon gerektirdiği ortadadır. Bunu da sadece, cazibe merkezi olan bir bölgeyi fetih isteğiyle açıklamak eksik kalır gibi gözükmektedir. Müslümanların bu motivasyonunun ciddi bir sebebi de, Hz. Peygamber (s.a.s)’ in fethi ve fethe katılanları müjdeleyen hadisidir. fetih, İstanbulun fethi fetih müjdesi, fetih hadisi

Hadisin Kaynakları

Ahmed b. Hanbel’deki lafza göre hadisin devamında şu ifadeler vardır: “Mesleme b. Abdülmelik beni çağırdı ve bana bu hadisi sordu. Ben de kendisine hadisi naklettim. O da Konstantiniyye’ye sefere çıktı.” Hadisin ilk üç ravisi bütün isnadlarında aynıdır:  Bişr el-Ğanevî – Abdullah b. Bişr el-Ğanevî – el-Velîd b. el-Muğıra.

Bu meşhur hadisin sıhhati hakkında birçok araştırma yapılmış ve bu konuda olumsuz görüş bildirenler olmuştur. Hadisin isnad açısından son derece zayıf olduğu ve tek sahabîravisi olan Bişr el-Ğanevî’nin de yeterince tanınmadığı söylenmektedir.[2] Ayrıca hadis, ferdi mutlak bir rivayet olmasından dolayı da eleştirilmiştir. Yani hadisin ilk üç ravisi bu rivayette tek kalmışlardır. Birçok sahabînin bilmesi gereken bir hadisin sadece bir sahabî tarafından rivayet edilmesi bir problem olarak görülmüş ve en azından İstanbul’un muhasarasına katılan sahabîler tarafından bilinip rivayet edilmesinin beklendiği savunulmuştur.[3] Müslümanlar için İstanbul’un fethinin önemi dolayısıyla, fethin kutsal bir ideal halinde canlı tutulması amacıyla bu hadisin ortaya çıkarıldığı düşüncesine de yer verilmiştir.[4] Ancak, sebepleriyle belirtilen bu olumsuz eleştirilere rağmen, hadisin ravilerinin güvenilir olması sebebiyle, genel görüş olarak sahih olduğu kabul edilmiştir.[5] Tarih boyunca yapılan İstanbul muhasaraları ve farklı rivayetler de bunu destekler niteliktedir.

Hz. Peygamber (s.a.s)’in 8 asır öncesinden yaptığı bu müjdeyle, sahabilerinmotivasyonu artmış, yeise düşebilecekleri durumda dahi onlara moral kaynağı olmuştur. Ayrıca sahabîlere yüksek bir ideal oluşturmuştur. Bu ideal sayesinde ki, sahabe döneminden itibaren, birçok defalar İstanbul fethedilmeye çalışılmıştır.

İlk İstanbul muhasarası, Muaviye döneminde 49/669 yılında Yezid komutasında gerçekleşmiştir. Yezid'in ordusu içinde sahabeden İbn Abbas, İbn Ömer, İbnu’z-Zubeyr, EbûEyyûb el-Ensârî de bulunmaktaydı. Yiyecek kıtlığı ve hastalık sebebiyle geri dönmek zorunda kalınan bu muhasarada EbûEyyûb el-Ensârî (r.a.) ve 17 sahabinin de içinde bulunduğu çok sayıda askerin vefat etiği bildirilmektedir. EbûEyyûb el-Ensârî, isteği üzere düşman arazisinde ilerlenebilen en son yere defnolunmuştur.[6]

Emeviler ve Abbasiler döneminde yapılan İstanbul muhasaralarına Osmanlılar da devam etmiş ve İstanbul’a yedi sefer düzenlemişlerdir. 1453’te Fatih’in düzenlediği seferle İstanbul fethedilmiştir. Bu seferde, Akşemseddin başta olmak üzere birçok zevat, padişahın yanında yer almışlardır. Bu kuşatmanın en zor zamanlarında Akşemseddin, manevi desteğiyle askeri cesaretlendirmiştir. Sözlerinde fetih hadisine de yer veren Akşemseddin, manevi bir motivasyon sağlamıştır. Bu müjdeye nâil olmak isteğiyle, fetih gerçekleşmiş ve “fatih” olmak II. Mehmet’e nasip olmuştur.[7]

Sonuç/Değerlendirme

Sonuç olarak diyebiliriz ki, fetih hadisi olarak bilinen bu hadis birçok araştırmaya konu olmuştur. Bu incelemeler sonucu varılan genel görüşe göre hadis sahihtir. Sahabe döneminden itibaren 8 asır süren İstanbul muhasaraları da bu hadisin gerçekliğini destekler niteliktedir.

Hz. Peygamber (s.a.s) asırlar öncesinden bu fethi haber vermiştir. Ayrıca hadis, sahabîler için bir müjde ve cesaretlendirme özelliği taşımaktadır. Bütün bunların ötesinde, fetih hadisinin, sahabe için bir hedef gösterme niteliğinde olduğu da söylenebilir. 8 asır boyunca birçok komutan, bu hedefi gerçekleştirmek, İstanbul’un kapılarını İslam’a açmak ve “Fatih” olabilmek için çaba sarf etmişlerdir. İsmail Lütfi Çakan bu görüşü şöyle ifade eder: “Hz. Peygamber bu tebşirleri ile ümmetine, mevcut şartlara takılıp kalmamalarını, üstlendikleri tebliğ ve cihad görevinin gerektirdiği diriliği korumalarını hatırlatmaktadır. Tabi bu, bir taraftan da ödenmesi gerekli bedele ‘hazır olun’ demektir.” İşte Hz. Peygamber’in kazandırdığı bu bilinç, ümmet tarafından devam ettirilmiştir. Bizim de bu bilinci koruma görevimiz olduğu unutulmamalıdır.

Bu kitaplar Fâtih'tir, Selim'dir, Süleyman'dır;

Şu mihrabSinânüddin, şu minâreSinân'dır;

Haydi, artık uyuyan destanını uyandır!

 

Bilmem, neden gündelik işlerle telâştasın

Kızım, sen de Fâtihler doğuracak yaştasın!

Bırak, bozuk saatler yalan yanlış işlesin!

Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın!

Yürü aslanım, fetih hazırlığı başlasın...

 

Yürü, hâlâ ne diye kendinle savaştasın?

Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın.!

(Arif Nihat ASYA)

 

 

 

 SİYER-İ NEBİ DERGİSİ, 27. SAYI / MAYIS-HAZİRAN 2014

 



[1]Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 335; Buharî, et-Tarihu’l-Kebir, I, 81; et-Tarihu’s-Sağîr, I, 306; el-Bezzâr, el-Müsned, el-Müsned, c. II, s. 308; Taberani, el-Mu’cemu’l-Kebir, II, 38; Hakim, Müstedrek, IV, 422; Heysemî,Mecmeu’z-Zevâid, VI, 219.

[2] İbik, Hasan, İstanbul’un Fethi Hadisi, İlahiyat, Ankara 2004, s. 36.

[3] İbik, Hasan, a.g.e.,s. 37-38.

[4] İbik, Hasan, a.g.e.,s. 39.

[5] Çakan, İsmail Lütfi, İstanbul’un Fethi Hadisi, s. 47-56; Yardım, Ali, Fetih Hadisi Üzerine Bir Araştırma, s. 118-119; Kulat, Mehmet Ali, İstanbul’un Fethini Müjdeleyen Hadisin Değerlendirilmesi, s. 9; Aslan, Adem, Fetih Hadisleri, s. 44-46.

[6] İbik, Hasan, a.g.e.,s. 48-53; Aslan, Adem, a.g.e., s. 53-57.

[7] İbik, Hasan, a.g.e.,s. 62-64.

Yazar: 
Tuba KARAKAŞ








HZ.MUHAMMED SAV VE TÜRKLER 

 

 

https://www.yeniakit.com.tr/haber/peygamberimizin-turklerle-ilgili-bir-hadisi-var-mi-58558.html


Türk milletinin fıtratında mevcut olan yiğitlik hasleti, İslâmın cihat ruhu, Mekke ve Medine'den kopup yurtlarına kadar ulaşan İslâm mücahitlerininmukaddes gayesi ile birleşince tarihteki haklı yerini ve mevkiine oturmuştu. Bu arada şu tarihî husus gözardı edilmemeli: Türklerİslâmın zuhurundan dört asır sonra Müslüman oldular. O zamana kadar İslâm fetihleri kuzeyde Hazar Denizine batıda Mısır'a, güneyde Yemen'e, doğuda Hindistan sınırlarına kadar yayılmıştı. İslâm ordusu hemen hemen bütün milletlerle savaştıkları halde Türklerle savaşmadılar.

Peygamberimizin "Türkler size dokunmadıkça siz de onlara dokunmayın" 1 hadisine riayet eden Müslümanlar, onlarla savaş ettikleri zaman Türklerin İslama girmelerine mâni olacaklarını biliyorlardı. Bunun için Türkler İslâm güneşinin üzerlerinde doğduğunu hisseder etmez, "oymaklar" halinde Müslüman oldular.

Bilhassa Abbasiler devrinde İslâm ordusunda mühim bir yer tutan Türkler yiğitlikleriyle birleştirdikleri cihat aşkı ile asırlar boyu İslâmın bayraktarlığınıyaptılar.

Bunun yanında her millet kendi milletinin fazilet ve güzel hasletlerinden bahsederek, onları sevebilir. İslâmiyet bunu reddetmez. Nitekim Sahabilerden birisi Peygamberimize "Ey Allah'ın Resulü, bir kişinin kendi kavmini sevmesi ırkçılık mıdır?" diye sormuş.

Resulullah da (a.s.m.), "Hayır, ancak kişi kavminin zulmüne yardımcı olursa, ırkçılık olur"2 buyurmuştur.

Çünkü millet, ırk, kavim bir vakıadır. "Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık; sonra da birbirinizi tanıyıp kaynaşasınız ve aranızdaki münasebetleri bilesiniz diye sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah katında en şerefliniz, Ondan en çok korkanınızdır"3 mealindeki âyet-i kerime, insanların farklı millet ve ırklara mensup olmasını, birbirleriyle daha yakından tanışması hikmetine bağlamakta ve hangi ırktan olursa olsun fert ve milletlerin fazilet ve üstünlük derecesini "takva"ya göre değerlendirmektedir.

Kur'ân'ın hükmühiçbir milletin ırkî bakımdan bir üstünlüğe sahip olamayacağını açıkladığı gibi, esas itibariyle ne hadis-i kudsî, ne de hadis-i şeriflerde bu hükme aykırı ifade bulmak mümkün değildir. Bu hükme ters düşen ifadeler "hadis" olarak bazı kitaplarda yer alsa, dillerde dolaşsa bile reddedilir, kabul edilmez. Bunun için de buna benzer ifadelere müracaat ederek Arap, Fars, Türk hangi millet olursa olsun methedilmeye kalkışılmaz. Irkçılık kokan ve o çerçevede anlatılan konularda İslâm literatüründe "hadis" olarak kabul edilmeyen beyanlara da itibar edilmez.

Meselâ, 
Kaşgarlı Mahmud'un Divânu Lügati't-Türk isimli kitabında Türkleri metheden bir hayli mevzu (uydurma) "hadislere" yer verilmiştir. Bunlardan "hadis-i kudsî" olarak nakledilen bir söz şöyledir:

"Ulu Allah buyuruyor: "Benim Türk adını verdiğim ve maşrıkta iskân ettiğim birtakım askerlerim vardır ki, herhangi bir kavme karşı gazaba gelecek olursam, o Türk askerlerimi o kavmin üzerine saldırırım."

Hadis-i Kudsî olarak söylenen bu ifadeleri hiçbir hadis kitabında bulmak mümkün değildir. Bir lügat kitabında geçen böyle bir ifadeyi "hadis-i kudsî" diye alıp nakletmek usûle de aykırıdır. Çünkü âyet mealleri ya Kur'ân meallerinden veya tefsirlerden; hadisler de hadis kitaplarından alınır ve istifade edilir

Diğer taraftan bu ifadeler Türk milletini ve ordusunu metheder mânâyı taşımaktan da uzaktır. Çünkü bu ifadelerde Türk askeri Allah'ın elinde bir gazap âleti olarak gösterilmekte, azgın milletlerin üzerine "saldırtılan" bir unsur şeklinde tarif edilmektedir.

Peygamber Efendimiz (a.s.m.) hakkında "Türklük" iddiasına gelince; esas itibariyle İslâmiyet, ırk, kabile ve millet mefhumunu reddetmiyor. İnsanların kabile ve milletlereayrılmasını birbirleriyle daha yakından tanışmalarını sağlaması bakımından değerlendiriyor. Bunun yanında kabile ve milletlerin şecere ve neslini muhafazaya hizmet maksadıyla mevcut olan "ensab" ilmine karşı çıkmamıştır. Hatta Peygamberimiz, Hz. Ebû Bekir'i, ensab ilmini bilmekle methetmiştir. Hangi kabilenin nereden geldiği, en son kime dayandığı hususunda en ince teferruatına varıncaya kadar bütün bilgiler İslâmiyetten önce ve sonraki Araplar arasında meşhurdu.

Peygamberimizin kabilesi, şeceresi ise çok iyi muhafaza edilmişti. Peygamberimizin dedelerinin kimler olduğu, nereye kadar dayandığı, Kureyş isminin ve kabilesinin nereden kaynaklandığı hususunda siyer ve hadis kitaplarında geniş bilgiler mevcuttur.

Meselâ Kâmil Miras'ın Tecrid-i Sarih Tercemesi' nin 9. cildinin 217. sayfasına göz atıldığı zaman "Kureyş" isminin nereye dayandığı, nereden kaynaklandığı görülür. Cumhur-u ulemâ denen İslâm âlimlerinin çoğunun ortak görüşüne göre, "KureyşPeygamberimizin13. dedesi olan Nadr'ınismidir. Dolayısıyla kabile, ismini buradan almıştır.

Hadis imamlarından Beyhakî'nin rivayet ettiği gibi Feyzü'l-Kadîr' de yer alan bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (a.s.m.) "Ben Abdullah'ın oğlu Muhammed'im" diye saymaya başlıyor, dedesi Abdulmuttalib'den itibaren Adnan'a kadar yirmi atasını sayıyor, hadisin sonunda da "Ben neseb ve ata itibariyle içinizde en hayırlınızım" buyuruyor. 4 

Yine İmam 
Müslim'in bir rivayetinde şu mealdeki hadisi görüyoruz:

"Cenab-ı Hak İbrahim'in (peygamber) evlatlarından İsmail'i, İsmail'in evlatlarından Benî Kinane'yi, Benî Kinane'nin evlatlarından Kureyş'i, Kureyş'ten Benî Hâşim'i, Beni Hâşim'den de beni seçti"5 buyurarak neslini Mekke'de doğmuş, orada büyümüş ve orada peygamber olarak gönderilmiş olan Hz. İsmail'e ulaştırmaktadır.

Diğer taraftan Peygamberimizin bizzat kendi mübarek dilinden nesep itibariyle hangi millete mensup olduğunu da öğrenmemiz mümkündür. Bu husustaki hadislerin sadece üçünün mealini verelim:

"Ben peygamberim, bunda asla yalan yok. Ben Abdül-muttalib'in oğluyum, ben Arapların en fasih konuşanıyım ve Kureyş evlatlarındanım."6

"Ben Arapların, Suheyb Rumların, Selman Parsların, Bilal de Habeşlilerin ilk olarak Cennete girenleriyiz." 7

"Ben tam bir Arabım. Ben Kureyş kabilesindenim. Benim lisanım (Arapçayı en fasih konuşan) Benî Sa'd lisanıdır."8

Bu hadis-i şerifler hiçbir yoruma ihtiyaç bırakmadan Peygamberimizin nesep ve nesil bakımından Arap olduğunu bildirmektedir.

Kur'ân'da açıkça Peygamberimizin Arap olduğu ifade edilir.İbrahim Sûresinin "Kendilerine apaçık anlatılabilsin diye, her peygamberi kendi milletinin diliyle gönderdik" mealindeki 4. âyeti buna delildir. Peygamberimiz de bir peygamber olarak kendi milletinin içinden çıkmış ve onlara Arapça olan Kur'ân'ı okumuştur.

Ebû Zer'den (r.a.) rivayet edilen "Cenab-ı Hak her peygamberi kendi milletinin dili ile göndermiştir"9 mealindeki hadis-i şerif de bu âyeti tefsir etmektedir.

1. Ebû Davud , Melâhim: 8.

2. İbni Mâce , Fiten: 8.

3. Hucurât Sûresi, 18.

4. Feyzü'l-Kadîr, 3:36. Hadis no: 2682.

5. 
Müslim, Fedâil: 1.

6. Feyzü'l-Kadîr , 3:38. Hadis no: 2684.

7. a.g.e. 3:43, Hadis no: 2695.

8. a.g.e. 3:44. Hadis no: 2696.

9. Tefsir-i İbni Kesîr, 2:522.

 

(Sorularla İslamiyet)





HZ.MUHAMMED SAV VE TÜRK'LERLE İLGİLİ HADİSLER

 

 

 

http://www.talhaturhal.com/turkler-hakkindaki-diger-ayet-ve-hadis-derlemeleri.html


1 ) TÜRKLER HAKKINDA AYETLER

(Ayetlerde çeviride farklılıklar olabildiğinden farklı meallerden örnekler de verilmiştir.)
KUR’AN, MAİDE SURESİ 54. ayette PEYGAMBER’e huysuzluk eden ARAPLAR’a hitaben şöyle der:

“Ey iman edenler, içinizden kim dininden geri döner (irtidat eder)se, Allah (yerine) kendisinin onları sevdiği, onların da kendisine sevdiği mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı ise ‘güçlü ve onurlu,’ Allah yolunda cihad eden ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir. Bu, Allah’ın bir fazlıdır; onu dilediğine verir. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir.” (Maide Suresi, 54)

“Ey inananlar, içinizden kim çıkar da dininden dönerse Allah onlara bedel öyle bir kavim getirecektir yakında ki o onları sevecek, onlar da, onu sevecek, inananlara karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı yüce olacak o kavim. Allah yolunda savaşacaklar ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmayacaklar. Bu, Allah’ın lütfü ve inayetidir ki dilediğine verir ve Allah’ın lütfü boldur, o her şeyi bilir.” Maide 54

– “İçinizden kendi dininden dönen olursa, bilsin ki ALLAH ona bedel olarak bir topluluk getirecek ki, onları sever. Onlar da O’nu severler. Onlar müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı zorlu olurlar. ALLAH yolunda cihat ederler. Kendilerini ayıplayan kimselerin ayıplamasından korkmazlar.” (Maide 54)

– “İş onların sandığı gibi değil. Doğuların ve Batıların Rabbine andolsunki, her halde biz onların (yani arapların) yerine kendilerinden daha hayırlılarını getirmeye elbette bizim gücümüz yeter ve kimsede önümüze geçemez.” (Mearic 40)

– “İş onların sandığı gibi değil. Doğuların ve Batıların Rabbine andolsunki, biz gerçekten gücü yetenleriz.” (Mearic 40)

– “Onları kendilerinden daha üstün olanlarla değiştirmeye (Türkler ?) Ve biz, önüne geçilebilecekler değiliz.” (Mearic 41)

“İşte sizler Allah yolunda ( mallarınızı ) sarfetmeye çağırılan kimselersiniz. Kiminiz cimrilik yapıyor ama, ( O ) cimrilik yapan bilsinki , ancak kendine karşı cimrilik etmiş olur. Allah zengindir, siz ise fakirsiniz. Eğer ondan yüz çevirirseniz, sizi ortadan kaldırır ve sizin yerinize , sizden olmayan ve sonrada sizlere benzemeyecek olan baaşka bir milleti getirir.” ( Kuran-ı Kerim Muhammed s.38 )

2 ) TÜRKLER HAKKINDA HADİSLER

“Ey Ali ! sizler beni asfar ( rumlarla) çarpışacaksınız. Oysa sizden sonra onlarla asıl çarpışacak ( bir millet ) “İSLAMIN YÜZ AKLARI” uluları gelir. Onlar öyle kimselerdirki Allah yolunda cihad etmekten ; ne bir kınayanın kınamasından ve nede onlarn dedikodusundan aska çekinmezler” ( ibn Kesir )

“Allah bu ümmete bir ordu gönderecektir. onlar ata binmede Araplardan çok üstün, silah kullanmada onlardan çok daha mahirdir.Bu kavim TÜRKLER’DİR. İşte Allah bu dini onlarla yeniden ihya edecektir!”
Hz.Muhammed (s.a.v)

“Sizden birinizin üzerine öyle bir zaman gelecek ki ; bu kişi için beni görme isteği ; onun aile fertleri ve mallarının bir misli daha o kimsenin kendine verilmesinden daha sevimli olacaktır. TÜRKLERDEN öyle insanlar geleceklerdir ki onların Peygamberi sevme ve ona kavuşma sevgisinin önüne mal , mülk ve aile fertleri de dahil hiç bir şey geçmeyecektir.”
Hz.Muhammed (s.a.v) – Ebu Hüreyre’den rivayet

Benim onlarla veya onlardan bazıları ile birlikte olmam , sizlerle yada sizlerden bazıları ile birlikte olmamdan daha güvencelidir ( Nasıf, et-Tac fi Ehadis er-Rasul)

“Türkler size dokunmadıkça sakın sizde TÜRKLERE dokunmayınız. Çünkü , Allah”ın ümmetine vermiş olduğu bu mülk ve saltanat nimetini ilk defa bu Kantura Oğulları onların elinden çekip alacaklardır” ( et- Taberani)

“Ülkeleri düşmana karşı koruma gücü on kısma ayrıldı : Bunun dokuzu TÜRKLERE ve biri diğer milletlere verildi.

Yine böyle, cimrilikte on kısma ayrıldı ; bunun dokuzu İranlılara biride diğer milletlere , cömertlikte on kısma ayrıldı ; dokuzu ehli Sudana biride diğer insanlara , haya da on kısma ayrıldı ; dokuzu kadınlara , biride diğer insanlara , hased ( nifak ) de on kısma ayrıldı ; dokuzu araplara biri diğer milletlere , kibirde on kısma ayrıldı ; dokuzu rumlara biri diğer milletlere verildi.

( et- Taberi) mertlikte ve cesarette on kısma ayrıldı dokuzu TÜRKLER’E diğer biri ise diğer milletlere.”
Hz.Muhammed (s.a.v)

“Çok yakın bir gelecekte Allah (C.C) ellerinizi (yurt ve yuvalarınızı) bazı yabancılar (TÜRKLER)’le dolduracaktır. Onlar aslanlar gibi cesurdurlar. Harblerde düşmandan yüzgeri edip kaçmazlar. İşte bunlar ; daha önce sizin harbettiğiniz kavimlerle harbedecekler ve sizin ganimetlerinizide onlar yiyeceklerdir. (harblerde aldığınız ganimetler bundan böyle onların eline geçecektir)” (et-Taberani)

“Kırmızı yüzlü ve yüzleri sanki örs üstünde dövülmüş ve derilerle kılıflı kalkanlar gibi (sağlam, geniş ve heybetli) TÜRKLER’e müjdeler olsun! Allah’a yemin ederim ki, insanlar öfkelerinden çatlasa da Allah onlara hem bu dünyada ve hem de öbür dünyada ne isterlerse verecek ve onları kesinlikle mükafatlandıracaktır

“Türkler ; çokluk , cesaret , kahramanlık gibi özellikleri ile diğer milletlerden ayrılırlar. onların yüzleri geniş, burunları yassı bilekleri kalındır. Öfkeli , et yemeye çok düşkünlerdir. Yürümekten bıktıklarını sandığın zaman yeni yürümeye başlamış gibi at koşturduklarını , dağların başlarına tırmandıklarını görürsün. Onlar büyük gayret ve himmet sahibi kimselerdir. Onlardan biri köle olduğu zaman dahi, efendisinin askerlerine kumandan olmakla yetinmez belki efendisinin yerine geçmek ister. Nitekim onların bu özelliklerine işaret eden Hz. Peygamber , ” TÜRKler size dokunmadıkça sizde TÜRKlere dokunmayınız!” buyurmuşlardır..”
Hz.Muhammed (s.a.v)

“Ben onların isimlerini , babalarının isimlerini , hatta (harb meydanlarında) binmiş oldukları atların renklerini dahi pekala biliyorum. onlar, o dehşetli günlerde yeryüzünün en hayırlı süvarileri (yani akıncıları)dır.

“Ümmetimden bir kavim (Türkler) hindistana gaza ederler ve oraların fethini Allah onlara nasib eder. o kadar ki Hind hükümdarları boyunları demir zincirlerle bağlı (esir) olarak gelirler. İşte Allah onların günahlarını bütünüyle affedecektir ( el-fiten)

“Ümmetmden iki askeri birlik vardırki Allah onları cehennem ateşinden mutlaka koruyacaktır. Bu birliklerden biri hindistana gaza eder ve diğeri ise HZ İSA( a.s) ile birlikte olur” (ve ona yardım eder) (et-tac fi ehadis er-rasul)

Kan gövdeyi götüren asıl o büyük harpler başladığında (Haçlı Seferleri tahminimce), Şamdan bir ordu çıkar. İşte bunlar Allahın gelmiş geçmiş en hayırlı kullarıdır ( sözü edilen ordu halifenin TÜRKlerden oluşan ordusudur.) (el fiten)

Utbe b. Nafi”den rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir ; Bir gazada Allah’ın Elçisi (s.a.v) ile beraberdik. Hz PEYGAMBER’e batı tarafından ve üzerlerinde yün elbiseler bulunan bir kavim geldi. Onlar kendisine bir tepenin yanında kavuşmuşlardı. Onlar ayakta , Hz. PEYGAMBER ise oturuyordu. İçimden bir ses bana dediki ;

“Şunların yanına git de onlarla PEYGAMBERİN arasında dur! Ona bir baskın yapmasınlar!” Sonra (kendi kendime) onlarla bir sır konuşur, dedim ve yanlarına vararak onlarla Hz. PEYGAMBER”in arasında durdum (ve o konuşmalardan) dört kelime belledim, bunları elimle de sayarım, (Hz. PEYGAMBER onlara şöyle diyordu) ;

Sizler (Türkler) Arap yarımadasına gaza edeceksiniz. Allah onu size fethedecektir. Sonra İran’a gaza edeceksiniz. Allah orasını da size fethedecektir. Sonra sizler (Osmanlı Türkleri) Bizansla gaza edeceksiniz. Allah orasını size fethedecektir. Sonra yinesiz (Türkler) Deccale gaza edeceksiniz. Allah onu’da fethedecektir.” Bunun üzerine Nafi, “Ya Cabir! Biz Bizans (toprakları) fethedilmedikçe Deccal’ın çıkacağını zannetmiyoruz dedi”

“Mülk ve bir diğer ifadeye göre hilafet, taki kırmızı benizli , sanki yüzleri örs üstünde döğülmüş , derilerle kılıflı , sağlam kişiler olan (TÜRKLER ) bu ululukta (hilafette) onlara üstünlük sağlayıncaya kadar , mutlaka benim torunlarımın elinde olacaktır. (Bundan sonra hilafet artık TÜRKlere geçmiş olur) (el-Hamevi)

“TÜRK dilini mutlaka öğreniniz. Zira mülk ve saltanat uzun süre onların ellerinde olacaktır” ( el Kaşgari ,Divan-ı Luğat et-Türk )

“Ümmetimin emirliğine (yani hilafete) en sonunda Kantura Oğulları (TÜRKLER) sahip olacaklardır.”

Hz. Peygamber , ” TÜRKler size dokunmadıkça sizde TÜRKlere dokunmayınız!” buyurmuşlardır ( el-Kazvini )

Sizler Türk’lerle Çarpışmadıkça Kıyamet Kopmayacaktır.(el-Buhari,4s:34,35,156,SAhih-iMüslim,17,s:3738)
Hadis-i Şerif

Allah’ın Doğuda bir ordusu vardır.Onun adını TÜRK koymuştır kendisine baş kaldıranı işte onlar vasıtasıyla intikam alır.(Hadisi nakleden Kazvini el-Kaşgarlı,Mahmud,Divanü’liLügat et-Türk İstanbuli1333,S:292)
Hadis-i Şerif

Türkler dünyaya 2 defa hükmedecektir.
Hadis-i Şerif

İstanbul’un ve Sonrasında Roma’nın Fethi Üzerine

Rumlar A”mak (antakya) ve mercidabık”a inmeden önce kıyamet kopmayacaktır. İşte bu sıralarda , onların karşısına şehirdeki bir ordu dikilir ki, bunlar yer yüzünün en hayırlılarıdır. Her iki ordu harbetmek üzere yerlerini aldıklarında Rumlar; “Bizimle, bizim karılarımızı ve çocuklarımızı esir alanlarla (Araplar) aramızdan çekilinki biz onlarla çarpışalım.” Müslüman (askerler) bunu kabul etmezler ve şöyle derler;

“Sizinle (bu) kardeşlerimizin arasından Allah’a and olsunki asla çekilmeyeceğiz.”

Bu sırada harbde başlamış olur. Müslümanların üçte birisi (harbetmeden) mağlup olur. Allah onların hiçbir zaman tevbelerini kabul etmesin. Bu arada müslümanların üçte biride öldürülür, bunlar Allah katında en yüce şehitlerdir. Askerlerin geri kalan üçte biri Rumları yener ve fetihlerine devam ederler, ayrıca bir fitneye de düşmezler. İşte İstanbulu da bunlar (TÜRKLER) fethedecektir. (ebu hüreyere)

Amir b. Avr”ın rivayet ettiğine göre ; Hz. PEYGAMBER (S.A.S) şöyle buyurmuşlardır : “Sizler (rumlarla olan) en uzak sınır boylarında (mesela) Bevla da düşmana karşı nöbet tutmadıkça kıyamet kopmayacaktır” ; Ondan sonra Hz. PEYGAMBER

– “Ey Ali! Ey Ali! Ey Ali!” diye seslendi. Hz. Ali,

– “Anam babam sana feda olsun Ey Allah’ın Elçisi (buyurunuz)” dedi . Bundan sonra Hz. PEYGAMBER şöyle buyurdu ;

“Sizler Rumlarla mutlaka çarpışırsınız! Ne varki sizden sonra ” İslamın yüz akı” bir ordu (Türkler) gelir ve Rumlarla, asıl onlar çarpışır. Onlar öyle kimselerdirki ; Allah yolunda olmaktan ve bir kınayanın kınaması ve nede dedikodusundan hiç korkmazlar. İşte onlar tesbih ve tekbir sesleri ile İstanbulu fethederler. Ordanda daha önce hiç bir yerden alamadıkları miktarda öyle çok ganimetler elde ederler. Onlar bu ganimetleri aralarında kalkanları ölçek yaparak taksim ederler.

Kostantiniyye (İstanbul) mutlaka fetholunacaktır Onu fetheden kumandan ne ulu kumandan , onun askerleri ise ah ne iyi askerlerdir.

İstanbulu ; Allahın evliyaları ( dostları ) olan kavimlere Allah nasip edecektir. Artık Allah onlara bir daha ölüm , hastalık , bela ve musibet yüzü göstermeyecektir (Yani yükseliş içinde olacaklardır, zira bir kimseye ölüm gelmemesi mümkün değildir, teşbih vardır.) ( el-Fiten )

İstanbulu fetheden zatın adı da benimki gibi Muhammed olacaktır (Mehmet ismi Muhammed isminin Türkçe yazılışıdır) (el-Fiten)

“Allah müminlerin (ordusu)na İstanbul ve Romayı tesbih ve tekbir sesleri ile fethini nasin etmedikçe kıyamet kopmayacaktır ( Amr. b Avf) (Müminlerin Ordusu : Türkler)

İstanbuldan önce ‘………..’ ve İstanbul ise ROMADAN önce mutlaka fethedilecektir (el- fiten)

İstanbul ; onun böbreği ele geçirilinceye kadar feth olunmayacaktır. ya böbreği neresidir diye sorulduğunda o, AMURİYE demiştir ( el-Fiten)


HZ.MUHAMMED SAV VE TÜRK HAKANINA MEKTUP
 

https://www.turkishnews.com/tr/content/2013/05/06/hz-peygamberin-turk-hakanina-yazdigi-mektup-nerede/

Ayrılıkçı ve isyankâr Kürt milliyetçileri ile onların söylem ve eylemlerinin etkisiyle bir takım projeleri hayata geçirmeye ve yapmış oldukları yasal düzenlemelerle adeta bu ülkenin genleriyle oynamaya çalışanlara bir cevap olması bakımından hazırlamış olduğumuz “Anadolu’nun kapısını Türklere Kürtler mi açmıştır?” genel başlıklı yazımızın sonuna gelmiş bulunuyoruz. Umarım hem bunlara iyi bir cevap vermiş hem de konuya ilgi gösteren okuyucularımızı bir nebze de olsa aydınlatabilmişizdir. Bu yazının bir amacı da Türkleri, bu coğrafyada adeta yabani ot gibi görerek, Anadolu topraklarını Türk Milleti’nin altından kaydırmaya çalışanlar ile onların yerli işbirlikçilerine, Büyük Atatürk’ün tabiriyle dâhili ve harici bedhahlara, Türklerin sadece bin yıldır değil, binlerce yıldır bu toprakların tapulu sahibi olduğunu bir kez daha vurgulamaktı. Umarım bu derdimizi de yeterince anlatabilmişizdir bu insanlara…

Önceki yazılarımızda da belirtildiği üzere(29); Hz. Peygamber’in diğer bazı uluslar hakkında olduğu gibi Türkler hakkında da birçok hadisi ve Türkler hakkında kendisine nispet edilen birçok rivayet bulunmaktadır. Ki; bu rivayetlerin, İslami literatürde “Güvenilir kaynak” olarak kabul edilen bazı hadis kitaplarında da bulunuyor olması, bu sözlerin Hz. Peygamber’e ait olduğu konusunda doğması muhtemel şüpheleri büsbütün ortadan kaldırmaktadır. Aksi durumda; bu tür kaynaklarda bulunan ve en önemlisi de birçok dini hükme mesnet teşkil eden diğer hadislerin de sahte olduğu akla gelir ki; bu da meseleyi büsbütün içinden çıkılmaz hale getirir. Dolayısıyla; bizim kanaatimize göre de Hz. Peygamber’in Türkler hakkında söylediği belirtilen sözlerin en azından önemli bir kısmı kesinlikle sahihtir(30).

Hz. Peygamber’in Türkler hakkındaki hadislerinden en bilineni ve en meşhur olanı İmam Taberâni’nin “Mu’cem’ül-Kebir” isimli eserinde de bulunan “Türkler size dokunmadıkça sakın siz de Türklere dokunmayınız. Çünkü Allah’ın ümmetime vermiş olduğu bu mülk ve saltanat nimetini ilk defa bu Kantura oğulları onların elinden çekip alacaklardır” şeklindeki hadistir. Türkler hakkında söylenen ve Kaşgarlı Mahmut’un Divan-ı Lügat-it Türk isimli eserinde bulunan bir başka hadiste ise şöyle buyrulmaktadır: “Türk dilini öğreniniz, çünkü Türlerin çok uzun sürecek bir hâkimiyetleri vardır…”.

Hz. Peygamber’in Türkler hakkında söylediği bir başka hadis ise şöyledir: “Kırmızı yüzlü ve yüzleri sanki örs üstünde dövülmüş ve derilerle kılıflı kalkanlar gibi (sağlam, geniş ve heybetli) TÜRKLER’e müjdeler olsun! Allah’a yemin ederim ki, insanlar öfkelerinden çatlasa da Allah onlara hem bu dünyada ve hem de öbür dünyada ne isterlerse verecek ve onları kesinlikle mükâfatlandıracaktır”(31).

 

Kaşgarlı Mahmut’un yukarıda ismi zikredilen eserinde bulunan ve ”Kutsi Hadis” tabir edilen bir başka hadiste ise şöyle buyrulmuştur: “Ulu ve Aziz olan Allah diyor ki; Benim Türk ismini verdiğim ve doğuda yerleştirdiğim bir takım askerim vardır ki, her hangi bir kavme karşı gazaba gelecek olursam o Türk askerimi işte o kavmin üstüne saldırtırım.”(32).

Bu hadislerde dikkati çeken yegâne ortak nokta, Hz. Peygamber’in, Türkleri yakından tanıdığı, onların karakterlerini yakından müşahede ettiğidir. Bu iş nasıl olmuştur? Bunun elbette türlü yolları vardır. Öncelikle Hz. Peygamber, en azından kendisine peygamberlik verilinceye kadar ticaretle meşgul olmuştur ve bu vesileyle doğudaki Basra körfezi taraflarına ve Kuzeyde Şam taraflarına yapmış olduğu yolculuklarda Türkleri yakından tanıma fırsatı bulmuştur. Zira diğer milletlere mensup birçok tüccar gibi Türk tüccarlar da bu tür pazarlara gelip Asya içlerinden getirdikleri malları bu pazarlarda satıyorlardı. Mekke ise İslami dönemden çok önceki tarihlerden beri bir ticaret merkezi olmasının yanı sıra aynı zamanda bir hac merkeziydi. Türk tüccarları ve misyonerleri de muhtemelen ta Mekke’ye kadar geliyorlardı. Birçok kaynakta (Örn. Prof. Dr. Zekeriya Kitapçı’nın eserlerinde) bulunan “Hz. Peygamberin, Türk yapımı bir zırh ve kılıç kullandığı sefer esnasında ise yine Türk imalatı bir çadır kullandığı…” şeklinde verilen bilgiler de bizim bu kanaatlerimizi doğrular niteliktedir. Anlaşılan Türklerle Araplar, çok eski devirlerden beri en azından ticari ilişki içinde idiler. Yani Araplar, Cahiliye döneminde bile Türkleri az-çok tanıyorlardı(33).

Ayrıca o dönemde sayıları çok az da olsa, muhtemelen Mekke’ye yerleşmiş Türk soylu insanlar bulunuyordu ki; Prof. Dr. Zekeriya Kitapçı, o dönemde Mekke’de meskûn olup, Hz. Peygamber’le ilişkileri bulunan Süreyc ailesinin Türkistan kökenli Türklere mensup olduğunu, ayrıca İslam’ın ilk kadın şehidi Hz. Sümeyye’nin de yine Türk olduğunu belirtmektedir. Hz. Peygamber’in, Türkler ve onların üstün karakterleri hakkındaki kanaatlerinin oluşmasında hiç şüphesiz, Türkler hakkında anlatılan efsanelerin, destanların, darbı mesellerin ve diğer rivayetlerin de payı bulunmaktadır. Çünkü Türkler, Hz. Peygamber döneminden yüzlerce yıl önce Ortadoğu bölgesine kadar yıldırım hızıyla akınlar yapmış, arkalarında birçok efsane ve kalıntılar bırakarak Türkistan bölgesine çekilmişlerdir.

Arap Müellifi El-Câhiz, II. İslam Halifesi Hz. Ömer’in Türkleri işaret ederek şöyle dediğini belirtmektedir: “Bu zararı çok, elde edilecek ganimeti az bir düşmandır”. El-Câhiz, buradan hareketle diyor ki; “Ömer, bu şekilde en iyi bir kinâye ile onlara taarruzdan menetmiştir. Araplar, çetin düşmanlık hususunda darb-ı mesel irâd ederlerse ‘Onlar mutlaka Türkler ve Deylemlilerdir’ derler”(34).

Anlaşılacağı üzere; tıpkı Hz. Peygamber gibi, halife Hz. Ömer de Türkleri yakından tanıyan birisidir. Aksi halde, hiç tanımadığı insanlar hakkında “Çetin Düşman” tanımlaması yapamazdı. Hz. Ömer’in “Düşman” tabirinden anlaşılması gereken şey, “siyasi ve askeri güç” olsa gerekir. Yoksa Hz. Ömer, durduk yerde Türkleri neden düşman olarak tanıtıp, tanımlasın ki…

M.776-869 yılları arasında yaşamış olmakla, Asr-ı Saadet dönemine yakın çağlarda yaşama ve en azından Hz. Peygamber’in sahabelerini gören kişileri görme şansını yakalaması muhtemel olan (yani Taba’it Tabiîn’den olan) El-Câhiz, Türklerin karakterleri hakkında elbette Hz. Peygamber ve sahabe döneminde de bilinen şu hakikatleri söylemektedir.

“Türkler yaltaklanma, yaldızlı sözler, münafıklık, kovuculuk, yapmacık, yerme, riyâ, dostlarına karşı kibr, arkadaşlarına karşı fenalık, bid’ât nedir bilmezler. Çeşitli fikirler onları bozmamıştır. Hîle-i şeriyye ve başkalarının malını helal saymazlar…”(35). Görüldüğü gibi el-Câhiz’in, Türklerin karakterleri hakkında söyledikleri tamamıyla İslam’ın da yasak edip, kötü saydığı hareketlerdir. Yani, El-Câhiz’in Türkler için yaptığı tanımlamalar, Allah’ın ve O’nun peygamberinin bir Müslüman’da bulunmasını salık verdiği hususiyetlerdir. Bunun sadece bir anlamı vardır, o da Türklerin, zaten bir tür Tevhid Dini olan “Gök Tengri” dinine mensup olmakla, İslam’ın özünü teşkil eden bu tür davranış kalıplarını, İslam’dan çok önceki devirlerden beri yaşıyor ve yaşatıyor olmalarıydı.

El-Câhiz’in, kitabında yer verdiği ve Türkistan’a yönelik seferde bulunan Arap İslam Orduları Kumandanı ve Arapların Horasan Valisi Cüneyd b. Abdurrahman ile Türk Hakanı arasında geçen diyaloga ilişkin bilgiler de gösteriyor ki; Türkler, İslam’ın yasak ettiği veya caiz gördüğü pek çok şeyi, esasen şu ya da bu şekilde kendi sosyal hayatlarına uyguluyorlardı(36).

 

 

 

Hz. Peygamber’in Devlet Başkanlarına Yazdığı Mektuplar Meselesi

Özetle; İslam’ın ilk devirlerinden, hatta İslam öncesi devirlerden beri Arabistan yarımadasında yaşayan insanlar, Türkler hakkında belli bir bilgiye, düşünceye ve kanaate sahiplerdi. Böyle bir kültür dairesinde yetişen Hz. Peygamber de Türkler hakkında oldukça yeterli bir bilgiye sahip bulunuyordu. Esasen temel görevi hak dinini tebliğ ve yaymak olan bir insanın, diğer milletler hakkında bilgi edinmemesi ve bilgi toplamaması akla ve mantığa da aykırıdır.

Öte yandan Hz. Peygamberin, sağlığında Arap yarım adasında bulunan bazı kabile reisleri ile Habeş Necaşisi Eshame (veya Asame) ve Mısır Hükümdarı Mukavkıs’ın yanı sıra Türklerin sürekli mücadele ve siyasi rekabet içinde bulundukları Bizans’ın o dönemdeki İmparatoru Herakleos’a ve İran Kisrası’na da mektup ve elçiler gönderdiği bilinmektedir(37). Hal böyle iken Hz. Peygamberin, mektup ve elçiler göndererek İslâm’a davet ettiği bu iki süper güçle aynı anda mücadele etmekte olan kendi çağdaşı durumundaki Batı Göktürk Devleti’ne karşı kayıtsız kalması akla uygun mudur? En azından bizim kanaatimize göre; asla uygun değildir.

Hz. Peygamber’in söz konusu mektupları M.628 yılı civarında gönderdiği kabul edilmektedir. O dönemde Batı Göktürkleri’nin başında Tardu’nun küçük torunu Tong Yabgu Kağan vardır ve devlet oldukça güçlüdür. Onun 628 yılındaki vefatıyla Göktürkler parçalanıp zayıflamaya başlamışlardır ama bu arada Türgişler ve Karluklar güçlenmeye başlamışlardır. Dolayısıyla; Bahreyn Emiri Münzir b. Sava, Gassani Emiri Hâris b. Ebû Şimr ve Yemâme Hâkimi Hevze b. Ali Hanefî gibi sıradan kabile reislerine bile benzer mektuplar gönderen Hz. Peygamber’in, o dönemde bile hâlâ siyasi bir güç olarak M.659 yılına kadar bağımsızlığını koruyan üstelik de I.Hüsrev Perviz yönetimindeki Sasaniler’in sınır komşusu olan Batı Göktürkleri’ni ve onun yerini almakta olan Türgişleri ve Karlukları görmezden gelmesi düşünülemez!

Bizim tahminimiz ve hatta kanaatimiz, Hz. Peygamberin kendi çağdaşı olan Batı Göktürk Devleti ve onun yerini almakta olan Türgiş ve Karluklar hakkında bilgi sahibi olduğu, hatta diğer hükümdar ve imparatorlar gibi en azından Batı Göktürk Hakanı’na da bu kabil bir elçi veya mektup gönderdiği yönündedir.

Eğer böyle olmasaydı, hiç bu savaşçı kavme karşı kışkırtıcı hareketlerden kaçınılması konusunda arkadaşlarına ve askerlerine özellikle tavsiyelerde bulunur muydu? Dolayısıyla biz “Türkler size dokunmadığı sürece siz de onlara dokunmayın.” şeklinde rivayet edilen hadis-i şerifin sahih hadis olduğunu düşünüyoruz. Hem bu hadisin sahih olduğuna, hem de Kur’an’da Mâide suresinin 54. âyetinde bahsedilen kavmin Türkler olduğuna inanıyoruz(38).

Belki akıllara “Madem Hz. Peygamber, Sasani ve Bizans ordularıyla aynı anda mücadele etmekle Anadolu’ya kadar uzanan Türk Hakanı’na da mektup gönderdi o zaman bu mektup nerede? Diğer hükümdarlara gönderilen mektuplar bugün elimizde olduğu halde, Türk Hakanı’na gönderilen mektup neden ortada yoktur?” şeklinde bir soru gelebilir. Bu soruya karşı şu türlü cevapla verilebilir:

1- Hz. Peygamber’e ait olduğu söylenen ve bugün elimizde mevcut mektupların doğru olduğundan emin miyiz? Öyle ya; dini hüküm içeren ünlü “Veda Hutbesi”nin bile uydurma olabileceği konusunda söylentilerin dolaştığı böyle bir zamanda, Hz. Peygamber’in, en azından dini bakımdan kayda değer bir anlamı bulunmayan mektuplarının doğru olduğu konusunda neden şüpheci davranmayalım? Örneğin bu mektuplar üzerinde şimdiye kadar bilimsel bir inceleme yapılmış mıdır? Mekke ve Medine’de bu konuda herhangi bir arkeolojik araştırma yapılmış mıdır ve bu araştırmalarda benzer materyaller bulunmuş mudur? Örneğin Topkapı Sarayı’nda bulunan ve Hz. Peygamber’e ait olduğu söylenen zati eşyaların, sakal ve diş parçalarının O’na ait olduğundan ne kadar eminiz? Bu eşyaları ve organ parçalarını bilimsel bir teste tabi tutmaktan neden korkuyoruz?(39).

2- Hz. Peygamber sıradan Arap kabilelerine bile mektup ve elçi gönderdiği halde Türk Hakanı’na aynı muameleyi yapmamış ve Türk Milleti’ni gerçekten de kaale almadıysa, o zaman Türkler hakkında söylediği rivayet edilen onlarca hadis neyin nesidir? Koskoca birer yalan mı? Bazıları “Güvenilir” kabul edilen hadis kaynaklarında da bulunan Türkler hakkındaki bu hadisler eğer uydurmaysa, O’na nispet edilen, üstelik de İslam adına hüküm çıkarmakta delil olarak kabul edilen diğer hadislerin doğruluğunu nereden bileceğiz?

3- Abbasilerin son dönemlerinden itibaren Arapları hâkimiyetleri altına alan Türklere karşı oluşan tarihi Arap kini, Türk Hakanı’na yazılan mektubu ya da mektupları özellikle yok etmiş olamaz mı? Bal gibi de olur!

Zira Abbasiler dönemiyle birlikte başlayan Türklerin önlenemez yükselişi, Türk düşmanlığını da beraberinde getirmiştir. Özellikle Araplar ve Farisiler, Türkler aleyhine olmak üzere Halife ve vezirler nezdinde sürekli iftira ve karalama kampanyalarında bulunmuşlar, bu kampanyalar sonucunda devletin zirvesine çıkan hiçbir Türk, zirvede iken kendi eceliyle ölme bahtiyarlığına ulaşamamıştır! Devletin önemli görevlerini üstlenmiş hemen bütün Türk Devlet Adamları, ya öldürülmüştür, ya hapse atılarak ölüme terkedilmiştir, ya da çok daha önemsiz görevlere atanarak gözden çıkarılmışlardır.

Abbasiler döneminde önemli görevler üstlenen bu devlet adamlarından bazıları şunlardır; Süleyman b. Sûl, Muhammed b. Sûl, Hammad et-Türkî, Züheyr et-Türkî, Mübarek et-Türkî, Yahya b. Da’ud el-Hursi, Ebu Süleym Ferec el-Hadim et-Türkî, Afşin Haydar b. Kavus, Aşnas et-Türkî, İnak et-Türkîî, Boğa el-Kebir et-Türkî, Ubeydullah b. Yahya b. Hakan et-Türki, Vasif et-Türki. Bunlardan sadece Aşnas Et Türkî, eceliyle ölmüştür ve öldüğünde Abbasi Ordularının başkumandanıdır. Diğerlerinin hemen tamamı hile ve desiselerle ya öldürülmüş, ya hapse atılmış, ya da uzak illere sürülmüşlerdir(40).

 

 

 

“Peki, Kürtler?” mi dediniz?

Peki, Türklerin Anadolu’ya girip çıktıkları ve muhtemelen yerleşmeye başladıkları zamanlarda Kürtler ne durumda idi? Bilmiyoruz! Çünkü Kürtlerin varlıklarını hissettirecek boyutta hiçbir siyasi etkinlikleri ve ortaya koydukları bir belge gözükmüyor o tarihlerde. Muhtemelen tıpkı bugünkü gibi İran Merkezli Sasaniler ile Anadolu merkezli Bizans İmparatorluğu’nun, daha sonra da Arapların boyunduruğu altında inim inim inliyor, kâh şu devletten, kâh bu devletten yana tavır alarak ve tıpkı bugün Mesut Barzani ve Celal Talabani’nin yatıkları gibi kaypak bir politika izleyerek varlıklarını sürdürmeye çalışıyorlardı.

Alparslan ordularının Suriye’den Anadolu topraklarına girip Kuzey Doğu Anadolu’ya kadar ilerleyişi sırasında en azından Güney Mezopotomya civarında Selçuklu ordusuna yardımcı olmuşlar mıdır? Allah bilir! Bir kısmı aynı dine mensup olmakla Türk ordusuna en azından sempati ile baktıkları ve ordunun iaşesi konusunda az-çok yardımcı oldukları düşünülebilir. Bu işi sırf menfaatleri icabı veya korkularından dolayı da yapmış olabilirler. Ancak Kürt aşiretlerinin ve derebeylerinin, Alparslan komutasındaki Türk Ordusu’nun zaferi sayesinde, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da oluşan otorite boşluğunu iyi değerlendirdikleri kabul edilmelidir. Türk Ordusu’nun zaferinden sonra Bizans kuvvetlerinin geri çekilmesini fırsat bilerek Anadolu’nun güneyinden ve doğusundan (Bugünkü Irak ve İran topraklarından) Anadolu’ya geçerek özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu topraklarına yerleştikleri, Türklerin de dindaşları olan bu insanların söz konusu hareketlerine genelde hoşgörü ile yaklaştıkları kuvvetle muhtemeldir. Bununla birlikte bunlardan bir kısmının, Arapların Anadolu’ya girişlerini takiben gelip buralara yerleştikleri de kabul edilmelidir.

Dolayısıyla, o tarihlerde büyük ölçüde dağlık arazi kesimlerinde yaşayan ve genelde hayvancılık yaparak geçinen konar-göçer vaziyetteki bu insanların, Anadolu’nun kapılarını Türklere açtıklarını iddia etmek, en azından tarih ve daha da önemlisi haddini bilmezlikle açıklanabilir…

BİTTİ
________
29-bk. “Hz. Hüseyin Kerbelâ’da neden ısrarla Türkistan’a gitmek istedi!” başlıklı yazımız, http://www.haberiniz.com.tr/yazilar/koseyazisi75986-Hz_Huseyin_Kerbelada_neden_israrla_Turkistana_gitmek_istedi.html,
30- Konunun kritiği için bk. Prof. Dr. Zekeriya Kitapçı, ”Hz. Peygamber’in Hadislerinde Türkler ve Türklerle İlgili Hadislerin Ortaya Koyduğu Yeni Hakikatler” başlıklı makalesi, http://www.zekeriyakitapci.com/index.php?option=com_content&task=view&id=38&Itemid=1
31-Agm.
32-Kutsî Hadis, Peygamber’in Allah’a izafe ederek söylediği sözlerdir. Bir anlamda anlamı Allah’a, lafzı Peygamber’e ait olmakla diğer hadislerden çok daha güçlü hüküm ifade eder. Kutsî Hadis, ayetlerle karıştırılmamalıdır. Çünkü ayetler de mana da lafız da bizzat Allah’a aittir.
33- Ebû Osman Amr b. Bahr El-Câhiz, Hilâfet Ordusunun Menkıbeleri ve Türkler’in Faziletleri, s,28, Çev. Ramazan Şeşen, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayını, Ankara, 1967.
34-Age, s, 85,
35-Age, s, 77,
36-Age, s, 86-89. El-Câhiz’in bahsetmiş olduğu Türk Hakanı, bize göre; Türgiş veya Türkeş Devleti’nin Kağanı Sulu Çor Kağan’dan başkası değildir ve Araplarla Türklerin bu karşılaşması, Arap-Türk ilişkilerinin de dönüm noktalarından birisidir. Çünkü Türkler, belki de ilk defa bu karşılaşma sırasında İslâm Dini hakkında bazı bilgiler almış bulunmaktadırlar. Çünkü yine Câhız’ın vermiş olduğu bilgilere göre Türk Hakanı (yani bizi göre Sulu Çor Kağan) Horasan Valisi Cüneyd’le ikili görüşmelerde bulunmuş ve İslâm Dini hakkında ona sorular sorarak almış olduğu cevaplarla Türklerin değer hükümlerini karşılaştırma imkânı bulmuştur.

El-Câhiz’in sözünü ettiği ve Cüneyd ile Sulu çor Kağan arasında geçen diyalogda bulunan bir soru ve cevap, günümüz şartları düşünüldüğünde oldukça enteresan olmalıdır:
Türk Hakanı, sormuş olduğu hemen bütün sorulara Cüneyd’in vermiş olduğu cevaplar karşısında “İyi ve güzel. Büyük bir tedbir” dedikten sonra;
-“Yalancı, kovucu, saygısız (sık sık gaz kaçıran) kimse hakkında ne dersiniz?” şeklinde bir soru yöneltiyor ve Cüneyd’in;
-“Biz, böyle kimselere sürgün, ahaliden uzaklaştırma, hor bakma gibi cezalar veririz. Şahadetlerini kabul etmez, verdikleri hiçbir hükmü muteber saymayız” şeklindeki cevabı üzerine,
-“Sadece bu mu?” diyor.
Cüneyd’in;
-“Dinimize göre verilecek (başka) cevabımız yoktur” demesi üzerine, Türk Hakanı şöyle devam ediyor:
-“Bana göre kovucu, insanların arasını tutuşturan kimsedir. Böyle bir insanı, hiçbir kimseyi göremeyeceği bir yere hapsederim. Alenen yellenenin kıçını dağlar, bu hareketi yapan azasını cezalandırırım! Yalancıya gelince; sizin, hırsızın elini kestiğiniz gibi ben de onun yalan söyleyen azasını keserim! İnsanları güldürüp hafifmeşrepliğe alıştıran kimseyi ise idarem altındaki yerlerden sürgün ederim. Onu memleketimden çıkarmak suretiyle tebaamın fikirlerini ve zihniyetini düzeltirim”(bk. Age, s, 88-89).
37-NTV Tarih Dergisi’nin Eylül/2010 sayısında Hz. Muhammed’in göndermiş olduğu bu mektuplara yer verilmiş ve Necdet Sakaoğlu imzalı yazıda mektup gönderilen İran Kisrası’nın Nuşirevan olduğu söylenmiştir. Bu bilgi yanlıştır. Zira o sırada Sasanilerin tahtında oturan kişi I.Hüsrev, yani Nuşirevan değil, torunu II. Hüsrev Perviz’dir. Nuşirevan veya Anuşirvan olarak da bilenen I. Hüsrev ise Hz. Peygamber henüz çocuk yaşta iken zaten ölmüştür(M.579). II. Hüsrev Perviz, aynı zamanda Göktürk Kağanı İstemi Han’ın da ikinci kuşak torunudur. Zira II. Hüsrev Perviz, İstemi Han’ın kızı Kayen Begüm’ün, I.Hüsrev, yani Nuşirevan ile yapmış olduğu evlilikten doğan torunu IV. Hürmüz’ün oğludur. 590-628 yılları arasında Sasani hükümdarlığı yapmıştır. Hatta Hüsrev Perviz’in, Hz. Peygamber’in mektubunu yere atarak parçalamak suretiyle hakaret ettiği ve gelen elçiyi de huzurundan kovduğu rivayetleri pek meşhurdur. NTV Tarih Dergisi’nde yer alan yayınla ilgili haber için bk. http://haber.gazetevatan.com/iste-hz-muhammedin-islama-davet-mektuplari/326309/1/gundem.
38- Mâide Sûresi’nin 54. Âyet-i Kerimesi’nde şöyle buyrulmaktadır: “Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisini seven mü’minlere karşı alçak gönüllü (şevkatli), kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu, Allah’ın, dilediğine verdiği lütfudur. Allah’ın lütfu ve ilmi geniştir”. Türklerin, tam da, bazı Arap topluluklarının İslam’dan çıkarak cahiliye devrindeki dinlerine geri dönmeye başladıkları, yani irtidat hareketlerinin başlayıp mürtedlerin türediği bir zaman diliminde İslam’la tanışmaya başlamış olmaları, söz konusu ayette bahsi geçen kavmin Türk kavmi olabileceği şeklinde bizde çok güçlü bir kanaat uyandırmış bulunmaktadır.
39-NTV Tarih Dergisi’nde konuyu inceleyen tarih araştırmacısı Necdet Sakaoğlu, bu mektupların ilk olarak ismi belli olmayan bir Osmanlı aydını tarafından 1710 yılında “Kitab-ı İnşa Mine’l-Muhtarat’il Arifîn” isimli eserde yayınlandığını söylüyor (bk.http://haber.gazetevatan.com/iste-hz-muhammedin-islama-davet-mektuplari/326309/1/gundem). Yani mektupların ilk olarak yayınlandığı söylenen eserde bile bazı gariplikler mevcut.
40-Bu bilgiler Yrd. Doç. Dr. Ekrem Pamukçu’nun “Bağdatta İlk Türkler” isimli kitabından aktarılmıştır. Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara, 1994.


TÜRK'LER VE HZ.MUHAMMED SAV HADİSLERİ


http://gercektarihimiz.blogcu.com/turkler-hakkinda-peygamber-efendimizin-soyledigi-hadis-i-serifle/5339628


Türkler Hakkında Peygamber Efendimizin Söylediği Hadis-i şerifler
 
Türkler hakkında Hadis var mıdır? İslâm'ın milliyetçiliğe ve ırkçılığa bakışı nedir?

Evet Peygamber Efendimizin s. Türkler hakkında hadisi şerifi vardır. Efendimiz şöyle buyuruyor." Türkler size dokunmadıkça siz de onlara dokunmayın" ( Ebu Davut, Melahim 8 ) müslüman Araplar Hicri 4. asırda türklerle temas kurdular. Bu temaslar sonucunda Türkler müslüman oldu ve asırlar boyunca İslâm'ın bayraktarlığını yaptılar.

Yukarıdaki sorunun ikinci şıkkına geçecek olursak İslam, Milliyetçiliği müspet (iyi) menfi ( kötü) olarak ikiye ayırmıştır. Kötü milliyetçilik, ırka dayalı olanıdır. Hakka hukuka bakmadan kendi milletinden olana suçlu bile olsa taraf olma menfi, ırka dayalı milliyetçiliktir. Diğer taraftan; her millet kendi milletinin fazilet ve hasletlerinden bahsedip onları sevebilir. İslamiyet hukuk ölçülerinin gözetildiği böyle bir milliyetçiliği müspet milliyetçilik olarak görür. Nitekim Efendimiz'e s. Sahabilerinden bir tanesi soruyor; " Bir kişinin kendi kavminden birini sevmesi ırkçılık mıdır?" Efendimiz s. " Hayır, ancak kişi kavminin zulmüne yardımcı olursa ırkçılık olur." buyuruyor. ( İbni Mace, Fiten 8 ) Kur'an Allah katında üstünlüğün ancak takva ile olduğunu belirtirken aynı zamanda insanların kavim ve kabilelere ayrılışının hikmetini de şöyle ifade ediyor.

"Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır.

Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır." ( Hucurat- 18) Bu ayetlerde çok açık bir şekilde Allah karşısında üstünlüğün takva ile olduğu belirtiliyor.

TÜRKLER HAKKINDAKİ HADİSLER;

Bana benden önce hiç bir Peygambere verilmeyen 5 şey verilmiştir( bunlardan biride) benim bütün kırmızı ve siyah kavime Peygamber olarak gönderilmemdir ( Ebi Zer-Ğıfari )

Büyük çarpışmada (Malazgirt) harbinin o kan gövdeyi götürdüğü günlerde "kırmızı çehrelilere" ( TÜRKLERE ) müjdeler olsun! Allah"a yemin ederimki insanlar çatlasada patlasada Allah onları , hem bu dünya , hemde öbür dünyada kesinlikle mükafatlandırılacaklardır ( Tubeyin kab)

şanı yüce olan Allah şüphesiz bana (ümmetime kırmızı çehreliler sayesinde ) İranı ve Bizansı ele geçirmeyi vaad etti Bundanda öte ; onların karılarını , çocuklarını , kölelerini , ve bütün hazinelerini bana peşkeş çekti Zira bana kırmızı çehrelileri (TÜRKLERİ) yardımcı kılmakla beni çok güçlendirdi (Raşid b sa)

Sizler deriden çizmeler giyen bir kavimle çarpışmadıkça kıyamet kopmaz O kadarki sizler küçük gözlü kırmızı çehreli yassı burunlu yüzleri sanki örs üstünde döğülmüş ve üzeri derilerle kılıflı kalkanlar gibi sağlam (bir kavim olan) TÜRKLERLE çarpışırsınız ( Ey Ebu Hüreyre! ) insanların ( Allah katında ) en hayırlılarının , bu dine girmeden önceki devirlerde bu dinden en fazla yüz çeviren kimseler olduğunu görürsün Oysa insanlar tıpkı ( has) madenler gibidir cahiliye devrinde hayırlı olan kavimler İslam dinine girdikten sonrada bu dinin (en) hayırlıları olurlar Sizden birinizin üzerine öyle bir zaman gelecekki ; bu kişi için beni görme isteği ; onun aile ferdleri ve mallarının bir misli daha o kimsenin kendine verilmesinden daha sevimli olacaktır ( TÜRKLERDEN öyle insanlar geleceklerdirki onların Peygamberi sevme ve ona kavuşma sevgisinin önüne mal , mülk ve aile ferdleri de dahil hiç bir şey geçmeyecektir) (ebu hüreyre)

"Ey Ali ! sizler beni asfar ( rumlarla) çarpışacaksınız Oysa sizden sonra onlarla asıl çarpışacak ( bir millet ) "İSLAMIN YÜZ AKLARI" uluları gelir Onlar öyle kimselerdirki Allah yolunda cihad etmekten ; ne bir kınayanın kınamasından ve nede onlarn dedikodusundan aska çekinmezler" ( ibn Kesir )

Benim onlarla veya onlardan baıları ile birlikte olmam , sizlerle yada sizlerden bazıları ile birlikte olmamdan daha güvencelidir ( Nasıf, et-Tac fi Ehadis er-Rasul)

Türkler size dokunmadıkça sakın sizde TÜRKLERE dokunmayınız Çünkü , Allah"ın ümmetine vermiş olduğu bu mülk ve saltanat nimetini ilk defa bu Kantura Oğulları onların elinden çekip alacaklardır" ( et- Taberani)

yakın bir gelecekte kantura oğulları ırak ahalisini ıraktan çıkaracaklardor Sanki ben bunu gözlerimle görür gibiyim Onlar kısık gözlü , yassı burunlu , değirmi yüzlü insanlardır (ebul-Kemal)

Sakın habeşiler size dokunmadıkça sizde onlara dokunmayınız (Türkler de böyledir) Hele TÜRKLER size ilişmedikçe sakın sizde TÜRKLERE ilişmeyiniz (onlara saldırmayınız) ( en-Neseş)

TÜRKLER size dokunmadıkça sizde TÜRKLERE dokunmayınız Zira onlar çok sert ve haşin tabiatlı insanlardır (el-Cüveyni)

müslümanlar ; yüzleri örs üstünde döğülmüş ve derilerle kılıflı kalkanlar gibi (sağlam) bir kavim olan TÜRKLERLE çarpışmadıkça kıyamet kopmayacaktır Onlar yünden yapılmış elbiseler giyerler ve yünden yapılmış çarıklarla yürürler (Sahih-u Müslim)

Allah bu ümmete mevalilerden bir ordu gönderecektir onlar ata binmede Araplardan çok üstün silah kullanmada onlardan çok daha mahirdir İşte Allah bu dini onlarla yeniden ihya edecektir!

çok yakın bir gelecekte Allah (C C) ellerinizi (yurt ve yuvalarınızı) bazı yabancılar (TÜRKLER)’le dolduracaktır Onlar aslanlar gibi cesurdurlar Harblerde düşmandan yüzgeri edip kaçmazlar İşte bunlar ; daha önce sizin harbettiğiniz kavimlerle harbedecekler ve sizin ganimetlerinizide onlar yiyeceklerdir (harblerde aldığınız ganimetler bundan böyle onların eline geçecektir) ( et-Taberani)

İstanbul ; onun böbreği ele geçirilinceye kadar feth olunmayacaktır ya böbreği neresidir diye sorulduğunda o, AMURİYE demiştir ( el-Fiten)

İstanbuldan önce ve İstabnbul ise ROMADAN önce mutlaka fethedilecektir (el- fiten)

Ülkeleri ( düşmana karşı) koruma gücü on kısma ayrıldı : Bunun dokuzu TÜRKLERE ve biri diğer milletlere verildi Yine böyle, cimrilikte on kısma ayrıldı ; bunun dokuzu iranlılara vbiride diğer milletlere , cömertlikte on kısma ayrıldı ; dokuzu ehli Sudana biride diğer insanlara , haya da on kısma ayrıldı ; dokuzu kadınlara , biride diğer insanlara , hased ( nifak ) de on kısma ayrıldı ; dokuzu araplara biri diğer milletlere , kibirde n kısma ayrıldı ; dokuzu rumlara biri diğer milletlere verildi ( et- Taberi)

ben onların isimlerini , babalarının isimlerini , hatta (harb meydanlarında) binmiş oldukları atların renklerini dahi pekala biliyorum onlar, o dehşetli günlerde yer yüzünün en hayırlı süvarileri (yani akıncıları) dır

siyah sancaklılar gelinceye kadar harbler kendi aranızda olacaktır Daha sonra (hazar) Türkleri baş kaldıracak ve sizler onlarla çarpıacaksınız bundan sonra bineklerinizin sırtındaki eyerler henüz kurumadan Mağrip halkı isyan edecektir ( el-fiten)

Mümmetimden bir kavim hindistana gaza ederler ve oraların fethini Allah onlara nasib eder o kadar ki hind hükümdarları boyunları demir zincirlerle bağlı (esir) olarak gelirler İşte Allah onların günahlarını bütünüyle affedecektir ( el-fiten)

Mümmetmden iki askeri birlik vardırki Allah onları cehennem ateşinden mutlaka koruyacaktır Bu birliklerden biri hindistana gaza eder ve diğeri ise HZ İSA( a.s) ile birlikte olur ( ve ona yardım eder) (et-tac fi ehadis er-rasul)

Allahın ordusu idi onları Cenab-ı Hak doğu cihetine yerleştirmişti adını bizzat kendisi TÜRK olarak koymuştu herhangi bir kavme öfkelendiği zaman , onlardan bu TÜRK olrdusu ile intikam alırdı( el-kaşgari nin bir sözümü yoksa hadismi tam emin değilim)

Yüce Allah"ın HZ ADEM"i yarattığından bu güne kadar , şu sema gölgesinin altında katledilmek suretiyle öldürülenlerin en hayırlıları şunlardır: bunlardan birincisi Habildir onun kardeşi Kabi melun öldürmüştür Daha Rumların kanlı harblerinde öldürülenlerdir.bular bedir harbinde öldürülen ( mümin) ler gibidir. Daha (moğol ) Türklerinin öldürdükleridir.bunlar Uhud harbinde ölen (müslüman) lar gibidir ( el- fiten)

ben bu kan gövdeyi götüren harblere hele bir ulaşabilsem, ondan önceki (harbler) bana hiç gelir ve ondan sonra olacaklara aldırış bile etmem Zira o kan gövdeyi götüren harb en büyük harbdir ve DECCALİN harbinden daha büyüktür. Zira deccalin ordusu bir milletten oluşur. bu harbi yapanların ordusu ise birçok milletten oluşur( konusu geçen harb malazgirt savaşıdır ve karşı tarafta 12 kralın toplam 80 sancak altında 12şer bin askeri vardır ki bu 960 bin düşman eder TÜRK ordusu ise 25bin kişidir yani aradaki fark 38 (4 kattır hadis el fiten den alınmıştır)

Rumlar A"mak (antakya) ve mercidabık"a inmeden önce kıyamet kopmayacaktır İşte bu sıralarda , onların karşısına şehirdeki bir ordu dikilir ki, bunlar yer yüzünün en hayırlılarıdır. Her iki ordu harbetmek üzere yerlerini aldıklarında Rumlar ;
"bizimle (Araplar, yani) bizim karılarımızı ve çocuklarımızı esir alanlarla aramızdan çekilinki viz onlarla çarpışalım Müslüman (askerler) bunu kabul etmezler ve şöyle derler ;
"Sizinle (bu) kardeşlerimizin arasından Allah"a and olsunki asla çekilmeyeceğiz.
bu sırada harbde başlamış olur.Müslümanların üçte birisi (harbetmeden) mağlup olur.Allah onların hiçbir zaman tevbelerini kabul etmesin Bu arada müslümanların üçte biride öldürülür, bunlar Allah katında en yüce şehitlerdir.Askerlerin geri kalan üçte biri Rumları yener ve fetihlerine devam ederler, ayrıca bir fitneye de düşmezler. İşte İstanbulu da bunlar (TÜRKLER) fethedecektir. (ebu hüreyre)

Allah katında en ulu şehid şüphesizki denizlerde yapılan harblerde şehit olanlardır. Sonra ise Antakya ve civar kasabalarında (Rumlara karşı) şehit olanlar, daha sonra ise Deccal"a karşı şehit olanlardır ( Abdullah b el-Astan)

Kan gövdeyi götüren asıl o büyük harpler başladığında , Şamdan bir ordu çıkar. İşte bunlar Allahın gelmiş geçmiş en hayırlı kullarıdır ( sözü edilen ordu halifenin TÜRKlerden oluşan ordusudur (el fiten)

Utbe b Nafi"den rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir ; Bir gazada AllahIN ELÇİSİ ile beraberdik Hz PEYGAMBERe batı tarafından ve üzerlerinde yün elbiseler bulunan bir kavim geldi Onlar kendisine bir tepenin yanında kavuşmuşlardı Onlar ayakta , Hz PEYGAMBER ise oturuyordu İçimden bir ses bana dediki ; " Şunların yanına git de onlarla PEYGAMBERİN arasında dur! Ona bir baskın yapmasınlar!" Sonra (kendi kendime) onlarla bir sır konuşur, dedim ve yanlarına vararak onlarla Hz.PEYGAMBER"in arasında durdum (ve o konuşmalardan ) dört kelime belledim, bunları elimle de sayarım, (Hz.PEYGAMBER onlara şöyle diyordu) ;
Sizler ( araplar ) Arap yarımadasına gaza edeceksiniz. Allah onu size fethedecektir. Sonra İran"a gaza edeceksiniz. Allahorasını da size fethedecektir Sonra yinesiz ( Osmanlı Türkleri ) Deccalla gaza edeceksiniz Allah onuda fethedecektir.Bunun üzerine " ya Cabir! Biz Bizans ( toprakları ) fethedilmedikçe Deccalın çıkacağını zannetmiyoruz dedi"

Amir b Avr"ın rivayet ettiğine göre ; Hz. PEYGAMBER (S.a.v) şöyle buyurmuşlardır : "Sizler (rumlarla olan) en uzak sınır boylarında (mesela) Bevla da düşmana karşı nöbet tutmadıkça kıyamet kopmayacaktır" ; Ondan sonra hz. PEYGAMBER
- "Ey Ali! Ey Ali! Ey Ali!" diye seslendi Hz. Ali,
- "Anam babam sana feda olsun Ey AllahIN ELÇİSİ (buyurunuz)" dedi PEYGAMBER şöyle buyurdu ;

"Sizler Rumlarla mutlaka çarpışırsınız! Ne varki sizden sonra " İslamın yüz akı" bir ordu ( OSMANLI ) gelir ve Rumlarla, asıl onlar çarpışır Onlar öyle kimselerdirki ; Allah yolunda olmaktan ve bir kınayanın kınaması ve nede dedikodusundanhiç korkmazlar İşte onlar tesbih ve tekbir sesleri ile İstanbulu fethederler Ordanda daha önce hiç bir yerden alamadıkları miktarda öyle çok ganimetler elde ederler Onlar bu ganimetleri aralarında kalkanları ölçek yaparak taksim ederler

Kostantiniyye (İstanbul) mutlaka fetholunacaktır Onu fetheden kumandan ne ulu kumandan , onun askerleri ise ah ne iyi askerlerdir.

İstanbulu ; Allahın evliyaları ( dostları ) olan kavimlere Allah nasip edecektir.Artık Allah onlara bir daha ölüm , hastalık , bela ve musibet yüzü göstermeyecektir. ( el-Fiten )

İstanbulu fetheden zatın adı da benimki gibi Muhammed olacaktır ( el-Fiten ) ( Mehmet ismi Muhammed isminin Türkçe yazılışıdır )

Nefsim elinde olan Allah"a yemin ederinki ; yılanın sıkışıp hücresine girdiği gibi , imanda sıkışacak ve sonunda şu iki mescide ( mekke ve Medineye ) çekilecektir. Bu sırada Allahta öfkelenir, kılıncıyla onlara darbe ve mızrağı ile onlara hucum eder ( Abdullah b amra ; "Ey Abdullah Allahın kılıncı ve mızrağından maksat nedir? diye soruldu o da : mümin kullarinin kılıncı ve oku olmalıdır!" dedi) Artık bundan sonra Rumların hepsi helak olur Sonra bu (TÜRKLER) Rum ülkelerine alırlar, onların bütün kalelerini ve şehirlerini tekbir ve tehlil sesleri ile ele geçirirler En sonunda Heraklenin şehrine (İSTANBUL) gelirler ve Halici karşılarında (bir çarşaf gibi ) yayılmış olarak bulurlar Daha sonra orayı (istanbulu) tekbir ve tehlil getirerek gth ederler Onlar kükreyen tekbir sesleriyle öyle hucum ederlerki, surların bir tarafı düşer, sonra bir kere daha (ufukları dolduran ) tekbir sesleri ile hucum ederler bu defa surların diğer kısmı düşer Ne varki surların denize bakan (haliç) kısmı düşmez Bundan sonra onlar ROMAya yürürler ve orasınıda tekbir sesleri ile elegeçirirler İstanbuldan öyle çok ganimet alırlarki onlar o gün ganimetleri (altınları) sayarak değil, ölçek , ölçek taksim ederler" (el-Fiten)

"Allah müminlerin (ordusu)na İstanbul ve Romayı tesbih ve tekbir sesleri ile fethini nasin etmedikçe kıyamet kopmayacaktır ( Amr b Avf)

"Mülk ve bir diğer ifadeye göre hilafet, taki kırmızı benizli , sanki yüzleri örs üstünde döğülmüş , derilerle kılıflı , sağlam kişiler olan (TÜRKLER ) bu ululukta (hilafette) onlara üstünlük sağlayıncaya kadar , mutlaka benim torunlarımın elinde olacaktır (Bundan sonra hilafet artık TÜRKlere geçmiş olur) (el-Hamevi)

"TÜRK dilini mutlaka öğreniniz Zira mülk ve saltanat uzun süre onların ellerinde olacaktır" ( el-Kaşgari ,Divan-ı Luğat et-Türk )

"Ümmetimin emirliğine (yani hilafete) en sonunda Kantura Oğulları (TÜRKLER) sahip olacaklardır"

TÜRKLERİN ALİMLER TARAFINDAN TASVİRİ


Çevrenin insanlarına tesiri hususunda TÜRKülkelerinden daha kuvvetli tesir eden başka bir ülke duymadık onlar, öyle şeylerdir ki , devletlerini , atlarını , hülasa orda yaşayan her şeyi TÜRKleştirir ve TÜRKE has bir şekle sokarlar ( el cahiz)

Türkler ; çokluk , cesaret , kahramanlık gibi özellikleri ile diğer milletlerden ayrılırlar onların yüzleri geniş, burunları yassı bilekleri kalındır Öfkeli , et yemeye çok düşkünlerdir.Yürümekten bıktıklarını sandığın zaman yeni yürümeye başlamış gibi at koşturduklarını , dağların başlarına tırmandıklarını görürsün Onlar büyük gayret ve himmet sahibi kimselerdir. Onlardan biri köle olduğu zaman dahi, efendisinin askerlerine kumandan olmakla yetinmez belki efendisinin yerine geçmek ister. Nitekim nların bu özelliklerine işaret eden Hz. Peygamber , " TÜRKler size dokunmadıkça sizde TÜRKlere dokunmayınız!" buyurmuşlardır ( el-Kazvini )

KİTAPTAN SON SÖZ


"EY MÜSLÜMANLAR! NEREDE , NE ZAMAN VE HANGİ ŞARTLARDA OLURSANIZ OLUNUZ! BU İLAHİ MESAJA KULAK VERİNİZ GÖREVE KOŞUNUZ VE "GARİPLER" ORDUSUNA KATILINIZ VVE HZ.PEYGAMBERİN (S.a.s) MÜJDELEDİĞİ O "GARİPLERDEN" OLUNUZ ZİRA YİĞİT DÜSTÜGÜ YERDEN, ANADOLUDAN AYAĞA KALKACAK VE İSLAM BİR KERE DAHA O GÜZEL VE MUTLU GÜNLERİNE KAVUŞACAKTIR.


KAYNAK: HZ.PEYGAMBERİN HADİSLERİNDE TÜRKLER
KİTAP YAZARI: Prof.DR.Zekeriya KİTAPÇI



TÜRKLER HAKKINDAKİ HZ.MUHAMMED SAV HADİSLERİ

 
 
 
 
 



Ebû Sekîne (ki Muharrerler'den bir kimsedir.) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bir sahabesinden naklen anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: 

"Sizi bıraktıkları müddetçe siz de Habeşîleri bırakın. Sizi terkettikleri müddetçe Türkleri terkedin." (Ebû Dâvud, Melâhim 8, (4302).)
 

AÇIKLAMA: 
1- Şârihler, "Habeşiler sizi bıraktığı müddetçe onları bırakın" ifadesini: "onlar size saldırmadıkça siz de onlara karşı savaşı ilk başlatan olmayın" şeklinde anlamışlardır. Keza Türklerle ilgili cümleyi de: "Türkler sizi terkettiği, size savaş açmadığı müddetçe siz de onlara taarruz etmeyin, Türkler size taarruz etmede önce davranırsa siz o zaman onlara mukabele edin" şeklinde anlamışlardır. Hattabî (radıyallahu anh) der ki: "Bu hadisin قَاتِلُوا الْمُشْرِكَاقَّةً "Müşriklerle topyekün savaşın..." (Tebve 36) âyetiyle te'lifi şöyledir: Âyet mutlaktır, hadis ise mukayyeddir, mutlak mukayyede hamlonulur ve hadisle âyetin âmm olan hükmü tahsis edilir. Nitekim mecusiler hakkında da böyle yapılmıştır. Zira onlar da kâfir oldukları halde سَنُّوا بِهِمْ سُنَّةَ اَهْلِ الْكِتَابِ "Mecusilere Ehl-i Kitap muamelesi uygulayın" hadisi esas alınarak onlara ehl-i kitap muamelesi tatbik edilerek cizye alınmıştır." Tîbî merhum; nesh ihtimaline yer vererek: "Hadis İslâm'ın zayıflığı sebebiyle varid olmuştur da âyet onu nesh etmiş olabilir" der. 

2- Habeşlilerin ve Türklerin terkedilmeleri ve savaş dışı bıkakılmalarının sebebini âlimler şöyle açıklamıştır: "Müslümanlarla Habeşliler arasında korkunç çöller, susuz sahralar var. Onlara ulaşmak yorucu, zor ve pek meşakkatli olduğu için, müslümanları bununla mükellef tutmadı. Türklere gelince; onların gücü şiddetlidir, memleketleri soğuktur. İslâm'ın ordusu olan Araplar ise sıcak iklimin insanlarıdır, bu sebeple onları buralara gitmekle mükellef tutmadı. Bu iki sır sebebiyle onları diğer milletlerden ayrı mütâla etti. Ancak onlar zorla İslâm memleketlerine girerlerse, el-iyâzubillah hiçkimseye (hadis yasaklıyor diye) kıtali terketmek câiz olmaz. Zira böyle bir durumda cihâd farz-ı ayn olur. Önceki durumda ise farz-ı kifayedir." Âlimlerin bu görüşünü kaydeden Aliyyu'l-Kâri der ki: "Aleyhissalatû vesselâm, bu mânaya "Onlar sizi terkettikçe..." cümlesiyle işaret buyurmuştur. 

Hz. Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: 

"Ayakkabıları kıldan bir kavimle savaşmadıkça kıyamet kopmaz. Siz, yüzleri kılıflı kalkanlar gibi, gözleri küçük, burunları yassı olan bir kavmle savaşmadıkça kıyamet kopmaz." (Buharî, Cihad 95, 96, Menâkıb 25; Müslim, Fiten 62, (2912); Ebu Davud, Melahim 9, (4303, 4304); Tirmizî, Fiten 40, (2216); Nesâî, Cihad 42, (6, 45).) 

AÇIKLAMA:
 

Burada, Müslümanların mutlaka savaşacakları bir kavmin fizyolojik tasviri yapılmakta, fakat ismi verilmemektedir. Bu tasvire göre, ayakkabıları, koyun yünü, keçi kılı veya deve yünü gibi şeylerden imal edilecektir. Yüzleri de kalkan gibi geniş ve burunları da yassı olacaktır. 
Muhaddisler, bu kavmin Türkler olduğunda müttefiktirler. Buharî' nin bu hadisi verdiği bablardan birinin adı; بَابُ قِتَالِ التُّرْكِ "Türklerle Savaş Babı"dır. Hadisin burada kaydedilen vechinde Türk kelimesi geçmezse de, Buharî'nin aynı babta kaydettiği müteakip hadiste Türk kelimesi de geçer: "Küçük gözlü, kırmızı yüzlü, yassı burunlu, yüzleri kılıflı kalkanlar gibi olan, (kıldan ma'mul elbise giyen ve kıl içerisinde yürüyen) Türk(ler)le savaşmadığınız müddetçe kıyamet kopmaz.." 
Hadiste, yüzün kalkana benzetilmesi Beyzavî'ye göre yüzün geniş ve yuvarlak olmasındandır, kılıflı denmesi de sertliği ve etinin çokluğundandır. 

Ayakkabılarının kıldan olmasından maksad, bazı şarihlerce, saçlarının ayakkabılarına değecek kadar uzun olmasıdır. Bazıları da: "Bundan maksad onların, ayakkabılarını örülmüş (keçeleşmiş) kıl ve yünden yapmalarıdır" demiştir. Bugün çobanların ve hatta köylülerin hâlâ kullandıkları ve keçeden yapılan "kepenk"in kastedilmiş olması da muhtemeldir. Ayakkabılarının da kıldan olması, geçmiş devirlerde giyilen ve kılı yolunmamış deriden yapılan çarığa işaret de olabilir. Çarığın iç kısmı, yerin sertliğini hafifletmek maksadıyla keçe ile beslenip takviye edilmesi de hadisi te'yid eden bir durumdur.(1) 

İbnu Hacer bu hadisin şerhi sadedinde Türklerle ilgili olarak şu açıklamayı sunar: "Sahabe zamanında şu hadis meşhur idi: اُتْرُكُوا التُّرْكَ مَا تَرَكُوكُمْ "Türkler sizi bıraktıkça, siz de onları bırakın (onlarla savaşmayın)." Taberâni bunu Hz. Muaviye rivayeti olarak kaydeder. Hz. Muaviye: "Ben Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın böyle söylediğini işittim!" demiştir. Ebu Ya'la aynı hadisi bir başka vecihten olmak üzere Muaviye İbnu Hudeyc'ten rivayet eder. İbnu Hudeyc der ki: "Ben Hz. Muaviye'nin yanında idim. Ona amilinden Türklerle karşılaştıklarına ve onları hezimete uğrattıklarına dair bir mektup gelmişti. Hz. Muaviye bu habere öfkelendi. Sonra amiline: "Benden emir gelmedikçe onlarla savaşmayın, çünkü ben Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın إنَّ التُّرْكَ تَجْلِي الْعَرَبَ حَتّى تَلْحَقَهَا بِمَنابَتِ الشّيح "Türkler, Arapları sürecek ve yavşan otunun bittiği yerlerde onlara yetişecek" dediğini işittim. Bu sebeple onlarla savaşmaktan hoşlanmıyorum." 

Müslümanlar Emevîler zamanında Türklerle savaştılar. Müslümanlarla onlar arasında büyük mesafe vardı, burası yavaş yavaş fethedilerek açıklık kapandı. Türklerden çok sayıda esir alındı. Türklerde büyük bir güç ve şiddet bulunduğu için melikler onlara sahip olma hususunda aralarında adeta yarış yaptılar. Öyle ki, Mu'tasım zamanına gelindiğinde askerlerin çoğunluğunu onlar teşkil etti. Zamanla Türkler Melik'e galebe çaldılar, oğlu Mütevekkil'i öldürdüler, sonra birer birer onun çocuklarını öldürdüler. Keza Samanîlerin melikleri de Türklerdendi. Böylece acem diyarlarına da galebe çaldılar. Bu diyarlara sonraları, Sebüktekin hanedanı bunların peşine de Selçukîler hakim oldu. Hakimiyetleri Irak, Şam ve Rum diyarlarına kadar uzandı. Bunların etbaları Zengîler, onların etbaları da Eyyubîler olarak devam ettiler. Türk olan bunlar çoğalarak Mısır, Şam ve Hicaz diyarlarına hakim oldular. Bunlar hicrî beşinci yüzyılda Selçukîlere karşı hücuma geçip memleketi harap, insanları perişan ettiler. Derken Büyük Musibet (et-Tammetu'l-Kübra) Tatarlardan geldi: Hicrî altıncı yüzyıldan sonra Cengiz Han çıktı ve dünyayı ateşe verdi. Bilhassa Meşrık tarafları büyük ekseriyeti ile bu felakete maruz kaldı. Onların şerrinden nasibini almayan belde hemen hemen yoktu. Altı yüz elli altıda, Bağdat'ın harab edilip son Abbasî halifesi Mu'tasım'ın onların eliyle öldürülmesi vukua geldi. Bunların bekayası, topal manasına gelen Leng lakabıyla meşhur Timur adındaki kişi gelinceye kadar tahribata devam ettiler. Timur, Şam diyarına geçti, oraları talan etti. Şam nehrini yakıp harabeye çevirdi. Batı'da Rum, doğuda Hind diyarlarıyla bunlar arasındaki yerlere hakim oldu. Allah onu alıp, çocukları arasına tefrika sokuncaya kadar hakimiyeti uzadı. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın şu sözünde haber verdiği hususların hepsi böyle zuhur etti. اِنَّ بَنِي قَنْطُورَةَ اَوَّلُ مَنْ سَلبَ اُمَّتِى مُلْكَهُمْ "Ümmetimin hakimiyetini ilk defa ortadan kaldıracak olan Benû Kantûra'dır." Bu hadisi Taberâni, Hz. Muaviye rivayeti olarak kaydetmiştir. Benî Kantûra'dan murad Türklerdir. 

Dendiğine göre, Kantûra, Hz. İbrahim aleyhisselam'ın bir cariyesinin adıdır. Bundan birkısım çocukları oldu. Bunlardan Türkler çoğaldı. Bu rivayeti kaydeden İbnu'l-Esir, makul bulmaz ve reddeder. Ancak şeyhimiz, el-Kamus'ta bunun doğruluğunda cezmeder (kesin kanaat beyan eder). Benî Kantûra'dan muradın Sudanlılar olduğuna dair başka görüş kaydeder. 

Hadiste geçen "ümmetim" tabiriyle, Aleyhissalâtu vesselâm'ın ümmet-i nesebi kasdettiği, "ümmet-i davet"i kasdetmediğini belirten İbnu Hacer, Türkler hakkında bir başka babta başka bilgiler kaydettiğini ilave eder. İlgili babta şu açıklamalara yer verir: "Türklerin aslı hususunda ihtilaf edilmiştir. Hattâbî: "Onlar Benû Kantûra (Kantûra evladları)dır. Kantûra Hz. İbrahim'in cariyesi idi. Lügatçi Kürau'n-Neml: "Bunlar Deyledir" demiştir. Ancak, "Onlar Türklerden bir cinstir, Guzz da(2) öyle" denilerek bu görüş tenkid edilmiştir. Ebu Amr: "Türkler, Yafes'in zürriyetindendir. Bunlar birçok boylara ayrılır" demiştir. Vehb İbnu Münebbih der ki: "Onlar Ye'cüc ve Me'cüc'ün amca çocuklarıdır. Zülkarneyn, seddini inşa ettiği zaman, Ye cüc ve Me'cüc'den bir kısmı gaibdiler, onlar terkedildiler. Böylece kavimleriyle birlikte (seddin dahiline) giremediler. Bu sebeple (terk kökünden olmak üzere) onlara Türk denildi." Türklerin Tübba neslinden oldukları da söylenmiştir. Keza Efrîdun İbnu Sam İbni Nuh zürriyetinden oldukları, keza Yafes'in kendi sulbünden oldukları, keza İbnu Kûmi İbni Ya'fes zürriyetinden oldukları da söylenmiştir. 

Bir kısmı, tarihen varlığı bilinen, ırkî taassuba dayanan yorum ve efsane karışımı bu rivayetleri, eski kitaplarda mevcut olanlar hakkında bir bilgi vermiş olmak için aynen kaydettik. Sünnî İslam'ın, gerek Şia tehlikesine karşı dahilî ve gerekse Haçlılar başta olmak üzere dış düşmanlara karşı haricî tehlikelere karşı en az bin yıllık himayesini fiilen deruhte etmiş olan milletimiz hakkında Vehb İbnu Münebbih'ten kaydedilen efsane nevinden rivayetlerle yanlış bir kanaat hasıl olmaması için, asrımızın büyük müfessir ve yorumcusu Bediüzzaman'ın Kur'an hizmeti adına, milletimiz hakkındaki hasbî yorumunu aksettiren birkaç pasajını buraya kaydetmeyi gerekli buluyoruz: 

"İşte ey ehl-i Kur'an olan şu vatanın evladları! Altı yüz sene değil, belki Abbasîler zamanından beri bin senedir, Kur'ân-ı Hakîm'in bayraktarı olarak, bütün cihana karşı meydan okuyup, Kur'ân'ı ilan etmişsiniz. Milliyetinizi, Kur'ân'a ve İslamiyet'e kal'a yaptınız. Bütün dünyayı susturdunuz, müthiş tehacümatı defettiniz. Ta (Meâlen): "Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, Allah onların yerine öyle bir kavim getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah'ı sever. Onlar mü'minlere karşı alçakgönüllü, kâfirlere karşı izzet sahibidirler. Allah yolunda cihad ederler ve dil uzatanların kınamasından da korkmazlar..." (Mâide 54) âyetine güzel bir masaddak oldunuz..." 

"Bediüzzaman'a göre, "Türkler Fahr-i Kâinat (aleyhissalâtu vesselâm)'ın da övgüsüne mazhar olmuştur: "Türkler hakkında sena-i Peygamberî muhakkaktır. Birkaç yerde Türklerden ehemmiyetle bahsetmiş hadis var. Fakat bu hadisin hakiki sureti ne olduğunu, yanımda kütüb-ü hadisiye bulunmadığından bilemiyorum. Fakat manası hakikat ve Türk milletinin sena-i Peygamberîye mazhar olduğu hakikattır. Bir nümunesi Sultan Fatih hakkındaki hadistir." 

Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor. "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Sizler, gözleri küçük, yüzleri geniş yuvarlak bir kavimle savaşmadıkça Kıyamet kopmayacaktır. Onların gözleri çekirge gözleri gibi olup yüzleri de kat kat deri ile kaplanmış kalkanlar gibidir. Kıl ayakkabılar giyerler, deriden mamul kalkanlar edinirler ve atlarını hurma ağaçlarına bağlarlar." 

(1) Tasvir ettiğimiz şekilde çarık ayakkabılar 1950'li yılların ortalarına kadar giyilirdi. Çarığın alt kısmını ve etrafını besleyen keçe vs.'ye de dolak denirdi. 
(2) Guzz'un Oğuz demek olduğu açıktır. 
Kütüb-i Sitte - Prof. Dr. İbrahim Canan





Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol